Bu gibi kimseler müslüman idiler ve onlar imana da sahiptiler, işte Yüce Allah'ın örnekte söz konusu ettiği ışık budur.
Eğer mihnete düşmekten ve münafıklıktan önce ölmüş olsalardı, sevap kazanmalarına sebep teşkil edecek bu tür bir İslâm üzere ölmüş olurlardı. Bununla birlikte sınanıp da imanları üzere sebat eden hakiki mü'minlerden de olmayacakları gibi, sınama ve mihnet sebebiyle imandan irtidat eden hakiki münafıklardan da olmayacaklardı.
Günümüz müslümanlarının bir çoğunun veya pek çoğunun hali de budur. Bunlar iman ehlinin zaaf ve sarsıntıya uğradığı mihnetlerle karşı karşıya kaldıklarında, imanları çokça azalır, onların çoğu veya onlardan birçok kimse münafıklık eder. Onlardan düşman galip geldiği takdirde irtidadını da açığa vuran olur. Biz de, bizden başkaları da, bu türden ibretli çok şeyler gördük. Eğer müslümanlar afiyette olur, yahut müslümanlar düşmanlarına karşı muzaffer olurlarsa, bunlar da müslüman kalmaya devam ederler. Bunlar hem içten, hem dıştan Rasule iman eden kimselerdir. Fakat onların bu imanı zorluk ve sınamalar karşısında sebat gösteremeyen bir imandır.
İşte bu gibi kimseler tarafından farzların terkine, haram şeylerin işlenmesine çokça rastlanılır. Bunlar:
"iman ettik" deyip de kendilerine:
"De ki: Siz iman etmediniz, fakat teslim olduk deyin. İman kalbinize girmemiştir." (Hucurat, 14) denilen kimselerdir.
Yani hakiki mü'minlerin ehli oldukları mutlak iman, sizin kalbinize girmemiştir demektir. İşte kitap ve sünnetin işaret ettiği gibi, Allah'ın kitabında mutlak iman denilirken anlaşılması gereken budur.
Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Mü'minler ancak Allah'a ve Rasûlüne iman eden, sonra da şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden kimselerdir. İşte onlar sadık onlanların ta kendileridir" (Hucurat, 15) buyurmuştur.
Bu gibi mü'min kalplerde, imanı sarsan mihnetler esnasında şüphe ve tereddüt meydana gelmez.
"Şüphe ve tereddüt" ise (reyb) kalbteki ilimde ve kalbin amelinde olur.
"Şek" ise ancak ilimde söz konusudur. Bu bakımdan kalbi ilim ve iman bakımından itminan bulan kimselerin dışında "yakin" sahibi olmakla nitelendirilmez. Aksi takdirde hakkı bilen olmakla birlikte musibet yahut korku onda büyük bir sabırsızlık ve dirençsizlik meydana getirmişse,yakin sahibi olmaz.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"İşte orada mü'minler imtihan edildi ve şiddetle sarsıntıya uğradılar." (Ahzab, 15)
Mü'min bir kimsenin münafıklık şubelerinden herhangi bir şubeye maruz kaldığı çokça rastlanılır. Daha sonra Allah ona tevbe etmeyi nasib eder. Kimi zaman münafıklığı gerektirici bazı şeyler de kalbinde görülebilir ve Allah bunları ondan bertaraf eder. Mü'min şeytanın vesveseleri ile de imtihan edildiği gibi kalbine sıkıntı veren küfür vesveseleri ile de imtihan edilir.
Nitekim ashab-ı kiram şöyle demişti:
Ey Allah'ın rasulü, bizden herhangi bir kimse içinde öyle şeyler hissediyor ki gökten yere düşmesi o içinden geçen şeyi söylemesinden onun için daha çok arzu edilir bir şeydir.
Hz. Peygamber şu cevabı verir:
"İşte imanın sarih şekli budur." Bir başka rivayette ise:
"İçinden geçen o şeyi söylemesi onun için çok büyük bir iştir." (Müslim, İman, 209, 211; Ebû Dâvûd, Edeb, 109) demesi üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Onun hile ve tuzağını vesveseye dönüştüren Allah'a hamdolsun." (Ebû Dâvûd, Edeb, 109)
Yani onu çok büyük bir ölçüde tiksinilecek bir şey olarak görmekle birlikte bu vesvesenin husule gelmesi ve bunu kalpten defetmesi, imanın sarih durumu dolayısıyladır. Bu, düşman kendisine gelip de onu mağlup edinceye kadar düşmana karşı savunma yapan mücahid kimseye benzer, işte en büyük cihad budur.
"Sarih" ise halis demektir. Halis süt demek için sarih tabirini kullanmaya benzer. Bu imanın sarih oluş sebebi ise bu şeytanî vesveselerden tiksinmeleri ve bunun sonucunda imanın ondan arınarak sarih (halis) hale gelmesi dolayısıyladır.
Bütün insanların bu tür vesveselerle karşılaşması kaçınılmaz bir şeydir.
- Kimisi bu vesveselere uygun hareket eder, kâfir veya münafık olur.
- Kimisinin de kalbi şehvet ve günahlara o kadar dalmış olur ki, dine talib olmadığı sürece bu vesveselerin farkına varmaz. O takdirde ya mü'min olur veya münafık.
Bu bakımdan insanlara namazda iken arız olan vesveseler namaz kılmadıkları hallerde arız olmaz. Çünkü kul rabbine yönelmek, yaklaşmak ve yakınlaşmak isteyince, şeytanın kulun kalbine hücumları çoğalır. Bundan dolayı namaz kılanlar, başkalarının karşı karşıya kalmadıkları şeylere maruz kalırlar, ilim ve din bakımından havastan olan kimselere arız olanlar, avamdan olanlara göre daha çoktur, işte bundan dolayı ilim ve ibadet talibi olanlar öyle birtakım vesvese ve şüphelerle karşı karşıya kalırlar ki, bunlar başkalarında görülmez. Çünkü başkaları zaten Allah'ın şeriatının ve yolunun izleyicileri değildir. Aksine bunlar rabbinin zikrinden yana gaflet içerisinde hevasına yönelirler. Şeytanın istediği de zaten budur. Halbuki ilim ve ibadet ile rablerine yönelenlerin durumu böyle değildir. Şeytan onlara düşmandır. Onları Allah'ın yolundan alıkoymaya çalışır.
Yüce Allah şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki şeytan sizin bir düşmanınızdır. Siz de onu düşman tutun."(Fatır, 6)
İşte bundan dolayı Kur'an-ı Kerîm okuyacak kimseye, kovulmuş olan şeytandan Allah'a sığınması (istiazede bulunması) emri verilmiştir. Çünkü emrolunduğu şekliyle Kur'an-ı Kerîm okumak, kalbi büyük bir imana mazhar kılar. Yakinini, huzur ve şifasını artırır.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Kur'an'dan öylesini indiriyoruz ki, o mü'minler için bir şifa ve rahmettir. Zalimlerin ise hüsrandan başka bir şeylerini artırmaz." (İsra, 82)
Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:
"İşte bu insanlara bir açıklamadır. Sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür."(Al-i İmran, 138)
Ayrıca Yüce Allah:
"Takva sahipleri için bir hidayettir" buyurduğu gibi, bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:
"İman etmiş olanlara gelince daima onların imanını artırır ve onlar biribirleriyle müjdeleşirler." (Tevbe, 124)
Bu her mü'minin içinde hissettiği bir durumdur. Şeytan vesveseleriyle, kalbi Kur'an ile yararlanmaktan meşgul etmek suretiyle alıkoymaya çalışır. O bakımdan Yüce Allah Kur'an okuyacak olana Kur'an okuduğunda şeytandan Allah'a sığınmasını emretmek üzere şöyle buyurmaktadır:
"Kur'an'ı okuduğun zaman kovulmuş olan şeytandan Allah'a sığın. Şüphesiz iman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti ancak kendisini dost edinip de onu Allah'a ortak koşanlar üzerindedir." (Nahl, 98-100)
İstiaze ile Allah'a sığınan, Allah'ın himayesine girmiş, ona sığınmış, şeytana karşı ondan yardım dilemiş olur. Ondan başkasından yardım dileyen, yardım dilediği kimseye sığınmış olur. Kul Rabbine sığındı mı, Ondan yardım dilemiş, O'na tevekkül etmiş olur. Allah da onu şeytandan korur, ona karşı himaye eder.
Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Sen en güzel şey ile defet. O zaman seninle onun arasında düşmanlık olan kimse sanki sıcak bir dost gibi olur. Buna ancak sabredenler kavuşturulur ve buna ancak büyük bir pay sahibi olanlar kavuşturulur. Eğer sana şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah'a sığın. Çünkü o her şeyi işitendir, her şeyi bilendir." (Fussilet, 34-36)
Buhârî ile Müslim'de Peygamber (s.a.v)'in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir:
"Ben öyle bir söz biliyorum ki onu söyleyecek olsa içinde hissettiği şeyler ondan uzaklaşıp gidecektir. (Bu) Eûzu billahi mine'ş-Şeytani'r-Racîm, (kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım) sözüdür." (Ebû Dâvûd, Edeb, 3; Tirmizî, Deavât, 51-52)
Şanı Yüce Allah kuluna hayır işlemek arzu ettiğinde o hayırlı işten şeytanın kendisini engellememesi için istiaze getirmesini emretmiştir. Kulun hasenatı işlemek istemesi halinde önlemek arzusu ile şeytanın ona kötülükleri arzetmesi halinde ve şeytanın kendisine kötülükler işlemesini emretmesi halinde de istiazede bulunmasını emretmiştir, işte bundan dolayı Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Şeytan sizden herhangi bir kimseye şunu kim yarattı, bunu kim yarattı? deyip durur ve sonunda peki Allah'ı kim yarattı? diye sorar. Kim böyle bir şey hissederse hemen Allah'a sığınsın ve böyle düşünmekten vazgeçsin." (Müslim, İman, 214)
Şeytanın -düşmanın düşmanına yaptığı gibi- kulu bir kötülüğe düşürmek, yahut bir hayırdan alıkoymak istemesi halinde istiazede bulunmasını emretmektedir.
İnsanın ilim ve ibadet arzusu daha çok olduğu ve başkasına göre daha güçlü irade ve arzusu daha tam olduğu takdirde -eğer Allah onu korursa-şeytandan görüp çekecekleri de daha büyüktür. Eğer şeytan ona karşı güç ve imkan bulacak olursa, böylesini içine düşürdüğü fitneler daha büyük olur.
O bakımdan Şa'bi şöyle demiştir:
Her ümmetin alimleri o ümmetin en kötüleridir. Müslümanlar müstesna. Çünkü onların alimleri en hayırlılarıdır.
Müslümanlar arasında ehl-i sünnet ise diğer din mensupları arasında müslümanlar gibidir.
Şöyle ki:
Müslümanların dışındaki her ümmet sapıktır. Onları saptıran da ilim adamlarıdır. O bakımdan ilim adamları onların en kötü olanlarıdır. Müslümanlar ise hidayet üzeredirler. Hidayet ise alimleri vasıtasıyla açık-seçik bir şekilde ortaya çıkar. O bakımdan onların alimleri en hayırlılarıdır.
Ehl-i sünnet de böyledir. Onların imamları ümmetin en hayırlılarıdır. Bid'at ehlinin hayırlıları ise ümmete günahkarlardan daha çok zararlıdır. Bu bakımdan Peygamber (s.a.v) Haricîlerin öldürülmesini emrettiği halde, zalim yöneticiler ile savaşmayı yasaklamıştır.
Diğer taraftan ümmetin alimleri ilim ve ibadete karşı çok düşkün ve ondan adeta doymazlar. O bakımdan kendilerini saptıran vesveselerden maruz kaldıkları -ki onlar bu vesveseleri hidayet zannederek bunlara boyun eğerler- başkalarına arız olmayacak bir şekildedir. Aralarında bu vesveselerden kurtulabilenler ise takva sahihlerinin önderlerinden hidayet kandillerinden ve ilmin pınarlarından birisi olur.
Nitekim İbn Mes'ud arkadaşlarına şöyle demiştir:
"İlmin pınarları, hikmetin kandilleri, gecenin ışık saçıcıları olunuz. Kalpleriniz yeni, evlerinizin sergileri basit, elbiseleriniz eski olsun. Sema ehli arasında tanınır ve yeryüzündekilerin de gözlerinden saklanırsınız."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
İslâm ahlakına uygun yorumlar yapınız.Ahlaksızca yapılan yorumlar silinir.Emeğinize yazık olur.