بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ
Demokratik Mücadele Kurumu ; Partiler: etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Demokratik Mücadele Kurumu ; Partiler: etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Nisan 2010 Perşembe

Demokratik Mücadele Kurumu ; Partiler:

Demokratik Mücadele Kurumu ; PARTİLER :
Türkiye’de ve müslümanların akidelerini egemen kılmak için yollar ve çareler aradıkları müslümanların yaşadıkları yelerde dahi, demokratik düzenin kurumları olan siyasal partiler vasıtasıyla İslam’ı hükmetmek noktasına taşımayı geçerli bir yöntem olarak kabul edenler vardır.
Bunlar çoğunluğu da oluşturmaktadırlar. İzledikleri bu yolun İslam’a uygunluğunu savunmakta, ispatlamak için delil diye kabul ettikleri bir takım gerekçeler ileri sürmekte ve hatta kendilerine katılmayan metodlarını benimsemeyen, İslami endişelerle izledikleri yollarını uygun görmeyen ve onların yanında mücadele ve çalışmayı reddeden müslümanları ağır bir dille dahi suçlamaktadırlar.
Reddedenler (biz) ise meselenin İslami ilgilendiren bir konu olduğuna inanmaktadırlar.Anlaşmazlık konusu olan herhangi bir şeyin çözümü için Allah’a ve Rasulune başvurmakla, yani konu ile ilgili hükümleri araştırmakla hükümlüyüz.

“ Hayır! Rabbine andolsun ki iş bildikleri gibi değil, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.(Nisa 65)
İslam’ı egemen kılmak için çalışmak ibadettir.

İbadetin yerine getirilme yolu ve bu yolun temel ilkeleri evvela Kur’an-ı Kerim , ikinci olarakta sünnet-i seniyye ile sabitlenmiştir.Bunlara müracaat edildiği taktirde herkesin tesbit edebilceği gerçek şudur : Müslüman , Allah’ın hükümlerine aykırı herhangi bir hükmü kabul edemeez . Müslüman bir kimsenin , İslam’ın emrettiği hedef ve gayeleri gerçekleştirmak sorumluluğu vardır.
Bu sorumlulukları yerine getirebilmek için izleyeceği yol “ Allah’ın emrettiği , rasulunun rehberlik ettiği “yola aykırı olamaz . Muhammed Kutub , parti yoluyla ve demokratik yöntemlerle çalışma metodunun denenmesi ve bu yoldan yararlanılması gerektiğini savunanların var olduğunu işaret etmekte ve şunları söylemektedir : “ Bunlar ( yani İslami hareketin bir tıkanıklıkla karşı karşıya olduğunu söyleyenler )davadan vazgeçmediler Fakat onlar davanın çıkmaza sürüklendiği ve bu bakımdan yolu değiştirmek gerektiği kanaatindedirler.

Bunların hedefe ulaştıracağını sandıkları yol,önceden kendisine işaret ettiğimiz yol olan parlamentolara girmek , seçimlere katılmak , İslam’ın sesini oralardan yükseltmek yoludur . Madem başka bir yolla bunu gerçekleştirmeye imkan yoktur , o halde bu yolun izlenmesi gerekmektedir.
Biz bu gibilerine de, diğer aykırı yolları izleyenlere söylediklerimizin aynısını söylüyoruz. Böyle bir yolu izlemek , böyle bir yolu kullanmak, yeterli hacimdeki müslüman tabanı oluşturmadan oluşan bir parlamento oluşturabildiğimizi farz edelim .. Bu parlamentonun bütün üyelerinin İslam’ın hükmetmesini isteyen kimseler olduklarını kabul edelim. Bundan önce İslami bir yönetimi ayakta tutacak , ortaya çıkacak, oraya çıkışından sonra da varlığını sürdürmesini sağlayacak müslüman taban olmaksızın, böyle bir parlamento ne yapabilecektir?.Askeri bir darbe, parlamentoyu fesh eder, üyelerini hapislere yollar ve her şey kısacık birkaç dakika içerisinde olup biter !.

Konunun lehine ileri sürülebilecek bütün gerekçelere rağmen , böyle bir düşünüş gülünçtür , basittir .Bütün bunlardan öte , özü itibariyle davayı oldukça tehlikeli kaygan zeminlere çeker , ilk anda bazı aşamaların daha çabukça aşılmasına fırsat verecek şekilde imkanlar sağlayacağı mümkün gibi görünse bile , davayı çokça engelleyecek bir yoldur . Bu konudaki ilk tehlikeli kaygan zemin itikadidir Yalnızca allah’ın şeriatinin hükmüne başvurmakla , başka hiçbir hukukun ve yasanın egemenliğini kabul etmemekle yükümlü olan , Allah’ın hükmü dışında kalan bir hüküm , cahili bir hükümdür , o cahili hükmün kabul edilmesi de , o hükümden hoşnut olunması da , o hükme ( herhangi bir şekilde ) iştirak etmek de müslüman için , Allah’ın indirdiklerinden başka hükümleri koyup kanunlar yapan, yaptığı uygulamalarıyla her fırsatta Allah’ın şeriatinin hükmünü kabul etmediğini , reddettiğini ilan eden bir parlamentoya katılmak nasıl caiz olabilir?.

“ Allah size Kitab (Kur'an)da: "Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" diye hüküm indirdi. .. ( Nisa 140 )

İleri sürülebilen lehte gerekçeler şundan ibarettir : “Bizler onlara karşı İslam’ı haykırıyoruz ... Allah’ın indirmedikleriyle yapılan teşri’leri sürekli olarak reddettiğimizi ilan ediyoruz ...Bizler “ devletin resmi kürsüsü”nden konuşuyor ve Allah’ın şeriatinin hükmünü kabul etmeye çağırıyoruz ...” Ancak bütün bunlar , açıktan açığa akideye aykırı olan bir tutuma uygun bir gerekçe olamaz . Derler ki :”Peygamber Allah’ın kelamını tebliğ etmek üzere Kureyş’in Nedve’lerine gitmiyor muydu?” Evet gidiyordu ; fakat onları uyarmak için ... fakat nedve’lerinin faaliyetlerinde onlarla ortak hareket etmiyordu .

Allah’ın şeriatinin egemenliğini kabul etmeye davet eden bir müslüman , çağdaş cahiliyyenin Rasulullah’a (s.a.v.) izin verdiği gibi konuşmasına izin verilecekse , böyle bir davetçinin o Nedve’ye gidip tebliğde bulunması farz olurdu . Çünkü o bu durumda o Nedve’nin üyesi değil , dışından gelen bir davetçidir. O Nedve’yiAllah’ın indirdiklerine uymaya davet etmek üzere gelmiş bir kimsedir . Ne Nedve onu kendisinden saymaktadır , ne o kendisini Nedve’den kabul etmektedir . .. O sadece söyleyeceklerini söyleyip gitmek üzere yolu oraya uğrayıp geçen bir davetçiden ibarettir ... “ Hak bir sözü söylemek fırsatını bulurum “ gerekçesiyle Nedve’nin bir üyesi olmaya gelince , bunun Allah’ın dininde hiçbir dayanağı yoktur .

İkinci tehlikeli kaygan zemin , halk kitlelerinin gözünde davanın sulandırılmasıdır.

“Biz her fırsatta halk kitlelerine , Allah’ın indirmedikleriyle hükmetmek batıldır , diyoruz .” Allah’ın şeriatiyle hükmeden yönetim dışında hiçbir yönetimin ve yönetim düzeninin meşruiyeti söz konusu olamaz ...diyoruz. Diğer taraftan halk kitleleri bizim , katılmama çağrısında bulunduğumuz işe , katıldığımızı görmektedir . Bunun sonucu ne olur?.

Bizler böyle yapmakla aslında , İslam’ı ve düzenini ayakta tutacak ve oluşturulması gereken tabanı sulandırmaktayız .Çünkü artık bunun sonucunda halk kitleleri bu gibi hususlarda izlenmesi gereken yolu açık seçik bir şekilde anlayamaz , tesbit edemez .İslami bir yönetimin ayakta kalabilmesi için gerekli olan “ islami bir taban “ın oluşması ise , halk kitlelerinin bilinci netleşmedikçe , akidelerinin kendilerine yalnızca İslam ile hükmeden bir düzeni ve yönetimi kabul etmemekle yükümlü kıldığını kesinlikle bilmedikçe , evet bütün bunlar gerçekleşmedikçe böyle bir tabanın da oluşması mümkün değildir .

Üçüncü tehlike kaygan zemin ise , geçmişteki bütün asırların deneyleriyle ispatlandığı gibi , “ diplomasi oyunu” dur .Bu oyunda her zaman olduğu gibi güçlü olan zayıfı yutar . Bu oyun esnasında güçlü olanın elinden çok küçük dahi olsa egemenliğin bir parçasını zayıf olanın almasına asla fırsat verilmez .

Diğer taraftan batıl din ve idolojiler doğrultusunda şekillenmiş yapı ve yasaların yanında İslam’ın bir takım hükümlerine uygun hüküm ve yasaların bulunması , bu yapı ve yasaları “ cahili “ niteliklerinden kurtarmaya yetmez.

İbn Kesir : “ Onlar hala cahiliyyenin hükmünü mü arıyorlar ? ...(Maide 50 )ayetini açıklarken şunları söylemektedir .

“Yüce Allah burada her türlü hayrı kapsayan , her türlü kötülüğü yasaklayan hükmünün dışına çıkarak insanların Allah’ın şeriatine dayanmaksızın ortaya koydukları görüş , heva ve terimlere yönelenlerin bu tutumlarını reddetmektedir .
Nitekim cahiliyye halkı da böyle yapıyorlar , türlü sapıklık ve cahilliklerle hüküm veriyorlardı . Onlar bu sapıklık ve cahillikleri kendi görüş ve hevalarıyla ortaya koyuyorlardı . Tatarların kendileriyle hüküm verip yönetimlerine esas aldıkları hükümler de böyledir . Onlar bu hükümlerini kralları olan ve kendileri için “ Yasa “ asını verdiği kanunları koyan Cengiz Han ‘dan almışlardı. Bu “ Yasa “ yı ise yahudilik , hırıstiyanlık ve İslam dini gibi değişik dinlerden derlemiş ve bir çoğunu da kendi heva ve hevesinden dayanarak ortaya koymuştur . Böylelikle bu “ Yasa “ soyundan gelenler arasında uyulan bir şeriat halini aldı . Onunla hüküm vermeye , Allah’ın kitabı ve Rasulunun hükmüne dönünceye , az yada çok , hiçbir husuta başkasıyla hüküm vermeyecek hale gelinceye kadar onunla savaşmak gerekir .(İbn Kesir , Tefsir , İst . 1984 , II, 122 ,123 )
Bu konuda Cengiz Han ‘ın yasalarını kabul etmek ile başka yasaları kabul etmek , ya da yasama faaliyetlerine esas almak arasında herhangi bir farkın gözetilmeyeceği apaçıktır .

Müslüman kimselerin ; hedefi İslam’ı ortadan kaldırmak olan , müslümanlara en ufak bir hayat hakkı tanımayan , iktidara geldiklerinde İslam dışı mevcut cahili düzeni sonuna kadar koruyacakları belli olan , İslam’a talib olmak bir yana , İslam adına gösterilecek en ufak kıpırdanışları dahi egemen düzen için en büyük ve birinci tehlike kabul eden , bundan dolayı da İslam’a karşı mücadeleyi zorunlu gören parti ve kurumlara destek veren , onları benimseyen , onların politikalarını doğrulayan kimselere gelince ; bu gibi kimselerin İslam ile her türlü bağlarını koparmış kimseler oldukları açıktır . O bakımdan onlarla yakın ilişki ve dayanışmaya girmek , yani onları “ veli edinmek “ mümkün değildir. Çünkü bunlar Allah’ı , Rasulunu ve müminleri veli edinecek yerde kafirleri veli edinmiş kimselerdir . Bunlara karşı takınılacak tavır ise şu ayetler ışığında belirlenmelidir :

--Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürden hoşlanıyorlarsa, onları veli (dost ) edinmeyiniz. Sizden her kim onları dost edinirse işte onlar da zalimlerin ta kendileridir. ( Tevbe 23 )

--Ey iman edenler ! Yahudileri de Hıristiyanları da veli ( dost ) edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridirler. Sizden kim onları dost (veli ) edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez ( Maide 51 )

--Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa ; Allah'a ve Resulü ile sınır mücadelesi yapanlara (onların hükümlerine aykırı hüküm koyanlara ) sevgi beslediklerini göremezsin ... ( Mücadele 22 )

Konu ile ilgili olarak çağımızın İslam alimlerinden Said Havva ‘nın fetvasını burada belirtmemiz uygun olacaktır .

“Hedefi İslam’ı uzaklaştırmak yahut ona karşı savaşmak ya da müslümanlara karşı mücadelee vermek olan partilere katılan müslümanlar ya mürteddir , ya da münafıkıtr . Mürted olan kimsenin tevbe etmesi hali dışında cezası öldürülmektir . Münafık olan bir kimseye ise zahirine göre muamele edilir .Ancak onun da irtidat ettiğine dair ortaya deliller çıkacak olursa , o taktirde onun da tevbe etmesi hali dışında cezası öldürülmektir . Bu gibi kimselere tevbelerinin samimi olmasına ve samimi olduklarının etkilerinin ortaya çıkmasına göre davranılır . Bu gibi kimselerin müslümanların başına amir konumuna getirilmesi ise mümkün bir şey değildir . ( Said Havva , el-Esas fi’t-Tefsir, Kahire, 1405/1985, X , 5850 )