Şanı Yüce Allah, mü'minlerin niteliklerini, başındaki dört ayetle, kâfirlerin niteliklerini iki ayetle ve münafıkların niteliklerini de on küsur ayetle açıkladı.
Böylelikle Peygamber (s.a.v)'in Medine'ye hicret ettiği andan itibaren insanlar üç sınıf oldu.
1 - Ya mü'min,
2 - ya küfrünü açıkça ortaya koyan kâfir
3 - veya münafık.
Yani Mekke'dekinden farklı bir durum ortaya çıktı. Çünkü orada münafık yoktu. Bu bakımdan Ahmed b. Hanbel ve başkaları şöyle demiştir:
Muhacirlerden münafık bir kimse yoktur. Münafıklık Ensar'dan olan birtakım kabileler arasındaydı. Çünkü Mekke kâfirlerindi ve kâfirler orada egemendiler. Dolayısıyla ancak mü'min olan bir kimse iman edip hicret etmiştir. Dolayısıyla ortada münafıklık yapmayı gerektirecek bir durum yoktu.
Medine'de ise güç ve kuvvet sahibi olanlar iman etti. Burada mü'minler Ensâr sayesinde güçlendiler ve kendilerini koruyabildiler. Açıkça imanını ortaya koymayan kimseler, bundan dolayı rahatsız oldular. O bakımdan münafıklar kalbleri iman etmediği halde, inanıyor görünmek gereğini duydular.
Şanı Yüce Allah, Bakara sûresinin başında da, ortasında da, sonunda da bütün peygamberlerin bütün getirdiklerine iman etmeyi söz konusu etti. Bakara'nın baş tarafında az önce gördüğümüz buyrukları indirdi, ortalarında şöyle buyurdu:
"Deyin ki: Biz Allah'a ve bize indirilene İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a,Yakub'a ve torunlarına indirilenlere, Musa'ya, İsa'ya verilenlere ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Birini diğerinden ayırd etmeyiz. Biz ona teslim olanlarız. Artık eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse muhakkak hidayete ererler. Eğer yüz çevirirlerse, o takdirde onlar ayrılık içerisindedirler." (Bakara, 136-137)
Bu sûrenin son taraflarında ise şöyle buyurmaktadır:
"Peygamber kendisine Rabbinden indirilene iman etti mü'minler de. Onların her biri Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. Peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız. Dinledik, itaat ettik. Rabbimiz mağfiretini isteriz, dönüş ancak sanadır, dediler..." (Bakara, 285)
Diğer ayetlerde de aynı husus sürdürülmektedir.
Buhârî ile Müslim'de Peygamber (s.a.v)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Kim Bakara sûresinin son iki ayetini bir gecede okuyacak olursa, bunlar ona yeter."
Ortadaki ayet-i kerîmeye gelince, yine Sahih'te Hz. Peygamber'in sabah namazının iki rekatında Bakara sûresinin ortalarında yer alan ve işaret ettiğimiz ayet-i kerîme ile:
"De ki: Ey kitab ehli! Bizimle sizin aranızda müsavi olan bir kelimeye geliniz ki..." (Al-i İmran, 64) buyruğunu okuduğu gibi, kimi zaman da:
"De ki: Ey kâfirler..." (Kâfinin, 1-6) diye başlayan ayeti veya:
"De ki: O Allah'tır, birdir" (İhlâs, 1-4) diye başlayan kısımlarını okumuştur.
Böylelikle Hz. Peygamber ya iman ve İslâm'dan söz eden buyrukları veya tevhidin söz konusu edildiği sûreleri okuyordu.
Bu gibi kimselerin görüşlerine karşı şöyle denir:
İman üzerine atfedilen salih ameller, imanın kapsamı içerisine girer. Ona, özel olanın genel olana atfedilmesiyse, ya genelden sonra özel olan bir şeyi zikrettiğinden dolayı, ya da atfedilmesi halinde bunun genelin kapsamına girmediğine delil olduğundan dolayıdır. Şöyle denilmiştir:
Aksine ameller asıl itibariyle imandan değildir. Çünkü imanın aslı kalpte bulunan şeydir. Fakat bu ameller iman için gerekli olan şeylerdir. Bunları işlemeyen bir kimsenin imanı söz konusu olmaz. Çünkü lâzım olanın bulunmaması, mevcudun da lâzımın gereğinin de olmamasını gerektirir. Fakat şâriin örfüyle ameller, mutlak olarak zikredilmesi halinde, iman kapsamı içerisine girer. Peygamber (s.a.v)'in az önce geçen hadis-i şerifinde olduğu gibi. Eğer ameller imana atfedilecek olursa söz konusu edilirler ki herhangi bir kimse imanın gereği olan salih ameller olmaksızın soyut bir imanın vaadedilen mükâfatı gerektirdiğini zannetmesin. Dolayısıyla bu amellerin söz konusu edilmesi bir tahsistir ve ayrıca nas ile açıkça belirtmedir. Böylelikle ahirette bunun için vadedilen sevabın -o da azabsız olarak cennete girmektir- ancak iman edip salih amel işleyen kimseler için olacağının bilinmesidir. Yoksa iman iddiasında bulunup da hiçbir ameli olmayan için olmaz. Şanı Yüce Allah bir başka yerde ise "iman ettim" sözünde doğru ve samimi olanın mutlaka farz olan şeyleri de yerine getirmek zorunda olduğunu açıklamıştır. Bu gibi kimselere imanı hasretmesi de onların dışında kalanlar hakkında söz konusu olmadığının delilidir.
Cehmiye'nin burada Ebu'l-Hasen'in "el-Micez" adlı eserinde zikrettiği bir sorusu vardır: Kur'an-ı Kerîm böyle olmayan kimselerden imanı nefyetmektedir. Yüce Allah'ın:
"Mü'minler ancak Allah'ın adı anıldığı zaman kalpleri titreyenlerdir..." (Enfâl, 2) ayetinde olduğu gibi. Yüce Allah burada:
Bu ameller imandandır dememektedir. Cehmiye der ki: Bizler de şöyle diyoruz:
Kim bu amelleri işlemezse, mü'min olmaz. Çünkü bunların olmaması onun kalbinde ilmin bulunmadığının bir delilidir.
Buna birkaç şekilde cevap verilir:
1 - Önce sizler bu tür amellerin kalbî iman için gerekli olduğunu kabul etmektesiniz. Bunlar olmadığı takdirde kalbte iman kalmaz. Zaten anlatılmak istenen de budur. Bundan sonra ise bu amelerin lâzım olması veya imandan bir cüz olması lafzî bir tartışmadan ibarettir.
2 - Birtakım naslar bunların bir cüz olduğunu açıkça ifade ederler. Hz. Peygamber'in:
"İman altmış yahut yetmiş küsur şubedir" buyruğu gibi.
3 - Sizler, kendisinde bu nitelikler bulunmayan bir kimsenin türlü imandan uzak bir kâfir olduğunu söylediğimiz takdirde sizin bu sözünüz Haricîlerin iddialarına benzer. Peki nasıl olur da bu konuda onlarla uyuşabiliyorsunuz. Namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak, haccetmek, cihad etmek, Allah'ın ve Rasûlünün hükmünü kabul etmek ve daha bunun gibi, terkedeni tekfir etmediğimiz diğer hususlar, bunlar arasında yer alır. Eğer bu gibi kimseleri tekfir ediyorsanız ,o takdirde sizler Haricîlerle aynı görüştesiniz demektedir.
4 - Birisinin kalkıp: Bazı amellerin olmaması insanın kalbinde Rabbin hak olduğunun tasdik etmek olan imandan hiçbir şeyin bulunmamasını gerektirir şeklindeki iddiasının tutarsızlığı kesin olarak bilinen bir husustur.
5 - Böyle bir şey bu konuda sabit kabul edilirse diğer farzlar hakkında da sabit kabul edilir. O takdirde manevi olan anlaşmazlık da ortadan kalkar.
İbni Teymiyye