بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

10 Mayıs 2011 Salı

İmandan sonra münafıklık

Özetle söyleyecek olursak, haberlerde iman ettikten sonra münafıklık yapanlara dair rivayetleri burada kaydetmemiz oldukça uzun sürer.

Bu gibi kimseler müslüman idiler ve onlar imana da sahiptiler, işte Yüce Allah'ın örnekte söz konusu ettiği ışık budur.

Eğer mihnete düşmekten ve münafıklıktan önce ölmüş olsalardı, sevap kazanmalarına sebep teşkil edecek bu tür bir İslâm üzere ölmüş olurlardı. Bununla birlikte sınanıp da imanları üzere sebat eden hakiki mü'minlerden de olmayacakları gibi, sınama ve mihnet sebebiyle imandan irtidat eden hakiki münafıklardan da olmayacaklardı.

Günümüz müslümanlarının bir çoğunun veya pek çoğunun hali de budur. Bunlar iman ehlinin zaaf ve sarsıntıya uğradığı mihnetlerle karşı karşıya kaldıklarında, imanları çokça azalır, onların çoğu veya onlardan birçok kimse münafıklık eder. Onlardan düşman galip geldiği takdirde irtidadını da açığa vuran olur. Biz de, bizden başkaları da, bu türden ibretli çok şeyler gördük. Eğer müslümanlar afiyette olur, yahut müslümanlar düşmanlarına karşı muzaffer olurlarsa, bunlar da müslüman kalmaya devam ederler. Bunlar hem içten, hem dıştan Rasule iman eden kimselerdir. Fakat onların bu imanı zorluk ve sınamalar karşısında sebat gösteremeyen bir imandır.

İşte bu gibi kimseler tarafından farzların terkine, haram şeylerin işlenmesine çokça rastlanılır. Bunlar:

"iman ettik" deyip de kendilerine:

"De ki: Siz iman etmediniz, fakat teslim olduk deyin. İman kalbinize girmemiştir." (Hucurat, 14) denilen kimselerdir.

Yani hakiki mü'minlerin ehli oldukları mutlak iman, sizin kalbinize girmemiştir demektir. İşte kitap ve sünnetin işaret ettiği gibi, Allah'ın kitabında mutlak iman denilirken anlaşılması gereken budur.

Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Mü'minler ancak Allah'a ve Rasûlüne iman eden, sonra da şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden kimselerdir. İşte onlar sadık onlanların ta kendileridir" (Hucurat, 15) buyurmuştur.

Bu gibi mü'min kalplerde, imanı sarsan mihnetler esnasında şüphe ve tereddüt meydana gelmez.

"Şüphe ve tereddüt" ise (reyb) kalbteki ilimde ve kalbin amelinde olur.

"Şek" ise ancak ilimde söz konusudur. Bu bakımdan kalbi ilim ve iman bakımından itminan bulan kimselerin dışında "yakin" sahibi olmakla nitelendirilmez. Aksi takdirde hakkı bilen olmakla birlikte musibet yahut korku onda büyük bir sabırsızlık ve dirençsizlik meydana getirmişse,yakin sahibi olmaz.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İşte orada mü'minler imtihan edildi ve şiddetle sarsıntıya uğradılar." (Ahzab, 15)

Mü'min bir kimsenin münafıklık şubelerinden herhangi bir şubeye maruz kaldığı çokça rastlanılır. Daha sonra Allah ona tevbe etmeyi nasib eder. Kimi zaman münafıklığı gerektirici bazı şeyler de kalbinde görülebilir ve Allah bunları ondan bertaraf eder. Mü'min şeytanın vesveseleri ile de imtihan edildiği gibi kalbine sıkıntı veren küfür vesveseleri ile de imtihan edilir.

Nitekim ashab-ı kiram şöyle demişti:

Ey Allah'ın rasulü, bizden herhangi bir kimse içinde öyle şeyler hissediyor ki gökten yere düşmesi o içinden geçen şeyi söylemesinden onun için daha çok arzu edilir bir şeydir.

Hz. Peygamber şu cevabı verir:

"İşte imanın sarih şekli budur." Bir başka rivayette ise:

"İçinden geçen o şeyi söylemesi onun için çok büyük bir iştir." (Müslim, İman, 209, 211; Ebû Dâvûd, Edeb, 109) demesi üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Onun hile ve tuzağını vesveseye dönüştüren Allah'a hamdolsun." (Ebû Dâvûd, Edeb, 109)

Yani onu çok büyük bir ölçüde tiksinilecek bir şey olarak görmekle birlikte bu vesvesenin husule gelmesi ve bunu kalpten defetmesi, imanın sarih durumu dolayısıyladır. Bu, düşman kendisine gelip de onu mağlup edinceye kadar düşmana karşı savunma yapan mücahid kimseye benzer, işte en büyük cihad budur.

"Sarih" ise halis demektir. Halis süt demek için sarih tabirini kullanmaya benzer. Bu imanın sarih oluş sebebi ise bu şeytanî vesveselerden tiksinmeleri ve bunun sonucunda imanın ondan arınarak sarih (halis) hale gelmesi dolayısıyladır.

Bütün insanların bu tür vesveselerle karşılaşması kaçınılmaz bir şeydir.

- Kimisi bu vesveselere uygun hareket eder, kâfir veya münafık olur.

- Kimisinin de kalbi şehvet ve günahlara o kadar dalmış olur ki, dine talib olmadığı sürece bu vesveselerin farkına varmaz. O takdirde ya mü'min olur veya münafık.

Bu bakımdan insanlara namazda iken arız olan vesveseler namaz kılmadıkları hallerde arız olmaz. Çünkü kul rabbine yönelmek, yaklaşmak ve yakınlaşmak isteyince, şeytanın kulun kalbine hücumları çoğalır. Bundan dolayı namaz kılanlar, başkalarının karşı karşıya kalmadıkları şeylere maruz kalırlar, ilim ve din bakımından havastan olan kimselere arız olanlar, avamdan olanlara göre daha çoktur, işte bundan dolayı ilim ve ibadet talibi olanlar öyle birtakım vesvese ve şüphelerle karşı karşıya kalırlar ki, bunlar başkalarında görülmez. Çünkü başkaları zaten Allah'ın şeriatının ve yolunun izleyicileri değildir. Aksine bunlar rabbinin zikrinden yana gaflet içerisinde hevasına yönelirler. Şeytanın istediği de zaten budur. Halbuki ilim ve ibadet ile rablerine yönelenlerin durumu böyle değildir. Şeytan onlara düşmandır. Onları Allah'ın yolundan alıkoymaya çalışır.

Yüce Allah şöyle buyurur:

"Şüphesiz ki şeytan sizin bir düşmanınızdır. Siz de onu düşman tutun."(Fatır, 6)

İşte bundan dolayı Kur'an-ı Kerîm okuyacak kimseye, kovulmuş olan şeytandan Allah'a sığınması (istiazede bulunması) emri verilmiştir. Çünkü emrolunduğu şekliyle Kur'an-ı Kerîm okumak, kalbi büyük bir imana mazhar kılar. Yakinini, huzur ve şifasını artırır.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Kur'an'dan öylesini indiriyoruz ki, o mü'minler için bir şifa ve rahmettir. Zalimlerin ise hüsrandan başka bir şeylerini artırmaz." (İsra, 82)

Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"İşte bu insanlara bir açıklamadır. Sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür."(Al-i İmran, 138)

Ayrıca Yüce Allah:

"Takva sahipleri için bir hidayettir" buyurduğu gibi, bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:

"İman etmiş olanlara gelince daima onların imanını artırır ve onlar biribirleriyle müjdeleşirler." (Tevbe, 124)

Bu her mü'minin içinde hissettiği bir durumdur. Şeytan vesveseleriyle, kalbi Kur'an ile yararlanmaktan meşgul etmek suretiyle alıkoymaya çalışır. O bakımdan Yüce Allah Kur'an okuyacak olana Kur'an okuduğunda şeytandan Allah'a sığınmasını emretmek üzere şöyle buyurmaktadır:

"Kur'an'ı okuduğun zaman kovulmuş olan şeytandan Allah'a sığın. Şüphesiz iman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun hiçbir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti ancak kendisini dost edinip de onu Allah'a ortak koşanlar üzerindedir." (Nahl, 98-100)

İstiaze ile Allah'a sığınan, Allah'ın himayesine girmiş, ona sığınmış, şeytana karşı ondan yardım dilemiş olur. Ondan başkasından yardım dileyen, yardım dilediği kimseye sığınmış olur. Kul Rabbine sığındı mı, Ondan yardım dilemiş, O'na tevekkül etmiş olur. Allah da onu şeytandan korur, ona karşı himaye eder.

Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Sen en güzel şey ile defet. O zaman seninle onun arasında düşmanlık olan kimse sanki sıcak bir dost gibi olur. Buna ancak sabredenler kavuşturulur ve buna ancak büyük bir pay sahibi olanlar kavuşturulur. Eğer sana şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah'a sığın. Çünkü o her şeyi işitendir, her şeyi bilendir." (Fussilet, 34-36)

Buhârî ile Müslim'de Peygamber (s.a.v)'in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir:

"Ben öyle bir söz biliyorum ki onu söyleyecek olsa içinde hissettiği şeyler ondan uzaklaşıp gidecektir. (Bu) Eûzu billahi mine'ş-Şeytani'r-Racîm, (kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım) sözüdür." (Ebû Dâvûd, Edeb, 3; Tirmizî, Deavât, 51-52)

Şanı Yüce Allah kuluna hayır işlemek arzu ettiğinde o hayırlı işten şeytanın kendisini engellememesi için istiaze getirmesini emretmiştir. Kulun hasenatı işlemek istemesi halinde önlemek arzusu ile şeytanın ona kötülükleri arzetmesi halinde ve şeytanın kendisine kötülükler işlemesini emretmesi halinde de istiazede bulunmasını emretmiştir, işte bundan dolayı Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Şeytan sizden herhangi bir kimseye şunu kim yarattı, bunu kim yarattı? deyip durur ve sonunda peki Allah'ı kim yarattı? diye sorar. Kim böyle bir şey hissederse hemen Allah'a sığınsın ve böyle düşünmekten vazgeçsin." (Müslim, İman, 214)

Şeytanın -düşmanın düşmanına yaptığı gibi- kulu bir kötülüğe düşürmek, yahut bir hayırdan alıkoymak istemesi halinde istiazede bulunmasını emretmektedir.

İnsanın ilim ve ibadet arzusu daha çok olduğu ve başkasına göre daha güçlü irade ve arzusu daha tam olduğu takdirde -eğer Allah onu korursa-şeytandan görüp çekecekleri de daha büyüktür. Eğer şeytan ona karşı güç ve imkan bulacak olursa, böylesini içine düşürdüğü fitneler daha büyük olur.

O bakımdan Şa'bi şöyle demiştir:

Her ümmetin alimleri o ümmetin en kötüleridir. Müslümanlar müstesna. Çünkü onların alimleri en hayırlılarıdır.

Müslümanlar arasında ehl-i sünnet ise diğer din mensupları arasında müslümanlar gibidir.

Şöyle ki:

Müslümanların dışındaki her ümmet sapıktır. Onları saptıran da ilim adamlarıdır. O bakımdan ilim adamları onların en kötü olanlarıdır. Müslümanlar ise hidayet üzeredirler. Hidayet ise alimleri vasıtasıyla açık-seçik bir şekilde ortaya çıkar. O bakımdan onların alimleri en hayırlılarıdır.

Ehl-i sünnet de böyledir. Onların imamları ümmetin en hayırlılarıdır. Bid'at ehlinin hayırlıları ise ümmete günahkarlardan daha çok zararlıdır. Bu bakımdan Peygamber (s.a.v) Haricîlerin öldürülmesini emrettiği halde, zalim yöneticiler ile savaşmayı yasaklamıştır.

Diğer taraftan ümmetin alimleri ilim ve ibadete karşı çok düşkün ve ondan adeta doymazlar. O bakımdan kendilerini saptıran vesveselerden maruz kaldıkları -ki onlar bu vesveseleri hidayet zannederek bunlara boyun eğerler- başkalarına arız olmayacak bir şekildedir. Aralarında bu vesveselerden kurtulabilenler ise takva sahihlerinin önderlerinden hidayet kandillerinden ve ilmin pınarlarından birisi olur.

Nitekim İbn Mes'ud arkadaşlarına şöyle demiştir:

"İlmin pınarları, hikmetin kandilleri, gecenin ışık saçıcıları olunuz. Kalpleriniz yeni, evlerinizin sergileri basit, elbiseleriniz eski olsun. Sema ehli arasında tanınır ve yeryüzündekilerin de gözlerinden saklanırsınız."

5 Mayıs 2011 Perşembe

ANKARA NEDEN BAŞKENT OLDU?


3 Mayıs 2011 Salı

İSLÂM ve DEMOKRASİ

İslam’i hareket ve demokrasi

İslam ; tam anlamıyla Allah’a teslimiyet demektir. Allah’a teslim olmanın anlamı ise, O’nun hükmüne kayıtsız, şartsız , itirazsız teslim olmaktır . Buna göre hareket edilirse mesela ; “ O zaman çok kimse bizi kabullenmez , elimizdeki imkanlarla ve araçlarla biz bu işin üstesinden gelemeyiz , böyle davranmak bizi marjinalliğe iter .. vs. “ gibi gerekçeler, hiçbir şekilde Allah’ın herhangi bir mesele hakkındaki hükmünü , gösterdiği yolu bırakıp başka bir takım hükümlerin ya da yolların aranmasının bir gerekçesi olarak görülemez.

Kaldı ki Hz. Peygamberin hayatı , Kurani yöntemden taviz vermesi tekliflerine karşı gerek Kur’an-ı Kerim’in gerekse kendisinin fiili ve sözlü olarak verdiği cevapları ,bunların ve benzerlerinin asla gerekçe olamaycaklarını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Allah ‘ın rızasını elde edebilmek için bütünüyle O’nun gösterdiği yolu yani dini takip etmekten başka bir yol yoktur . Bu şu demektir : İslami hareket ; mesela marjinal kalmak fobisine sahip bir hareket olmadığı gibi, bir takım yaklaşımlarının haksız ve ilmi olmayan bir şekllerde başka sistemlerin yaklaşım ve tutumlarına benzetilmesinden de kendisini sorumlu tutacak kadar kuruntulu bir hareket de değildir .

Ne bütün insanlık toptan cehenneme gidecek diye mahkum eden bir harekettir, ne de o zaman çok az insan dışında cehennemden kurtulan olmaz endişesiyle, toptan insanları cennete göndermek eğiliminde olan bir harekettir.

İslami hareket mahiyet itibari ile dini Allah’ın gönderdiği ve Rasulunun gösterip yaşadığı şekliyle hayata geçirmeyi ve hayata hakim kılmayı amaçlayan bir harekettir. O bakımdan kimse yolun her hangi bir aşamasına has olarak öngörülse dahi, özü , şekli ve yapısıyla islami olmayan herhangi bir yöntemi İslam adına müslümanların gündemine dayatmak hakkına sahip değildir .

30 Mart 2011 Çarşamba

Bu resim süper

Bu resim süper

16 Mart 2011 Çarşamba

Aile Hukuku

  Çocukların Hakları: 
Anne-babanın çocukları üzerinde hakkı olduğu gibi çocukların da anne ve babaları üzerinde birtakım hakları vardır. Genellikle anne-babanın çocukları üzerindeki hakları üzerinde durulup çocukların anne ve babaları üzerindeki hakları göz ardı edilir. İşte biz bu yazımızda çocukların anne ve babaları üzerindeki haklarını inceleyeceğiz.

Hiçbir varlığın bu dünyada ebedi var olma imkânı olmadığı gibi insan denen varlığın da bu dünyada ebedi olarak yaşaması söz konusu değildir. Ancak insanın fıtratında ebedi olarak yaşama isteği ve arzusu vardır. İşte bu duygu ve istek, bu dünyada insanın kendi neslinden gelen çocukları sayesinde gerçekleştirilmektedir. İnsan bu dünyaya doğumla gelmekte, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık evrelerinden sonra eceli geldiğinde bu dünyadan göçüp gitmektedir. Ancak geride bıraktığı çocukları ve torunları vasıtasıyla bu dünyada neslini devam ettirebilmektedir. Adeta insanın sonsuzluk duygusu bu şekilde gerçekleşmiş olmaktadır.

O halde geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza ve gençlerimize önem vermeliyiz. Onlara karşı olan görev ve sorumluluklarımızı azami ölçüde yerine getirmeye çalışmalıyız.rnrnAnne babalar çocuklarına, Allah ın verdiği bir emanet nazarıyla bakmalıdırlar. Ailevî sorumlulukları yerine getirmek anne-babanın kıyamet günü Allah huzurunda sorguya çekileceği bir emanettir. Nitekim Yüce Allah: Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz. (Tahrim, 66/6) buyurmaktadır.

İslam âlimleri, ayet-i kerimenin emrettiği ateşten koruma işinin eğitimle olacağını belirtmektedirler. Yani aile fertlerine İslamî terbiye verildiği takdirde, onların hem dünyada hem de ahirette mutluluğa ulaşmaları sağlanmış olur. Böylece onlar, cehennem azabından korunurlar.

Kur an da aile reisine terettüp eden uhrevî sorumluluk çeşitli ayetlerde veciz bir şekilde ifade edilmektedir. Nitekim bir ayette İslamî terbiyeyi ailesine vermeyip de onların cehennem ateşine düşmelerine sebep olan kişinin kıyamet gününde en bedbaht kişi olacağı şöyle belirtilmektedir: De ki: Asıl ziyan edenler, asıl hüsrana uğrayanlar, hem kendilerini hem de ailelerini kıyamet günü hüsrana uğratanlardır. Haberiniz olsun ki apaçık hüsran işte budur. Onların hem üstlerinde hem altlarında ateşten kat kat örtüler vardır. İşte Allah böyle bir azabın varlığını bildirerek, kullarını bunlardan sakındırıyor. Ey kullarım! Bana karşı gelmenizden ötürü azabıma uğramaktan sakının. (Zümer, 39/15-16)

Rasulullah (sav) bu hususta şöyle buyurmuştur: Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve emriniz altındakileri cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmelisiniz. Öğretmezseniz mesul olacaksınız. (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20)

Bu ayet ve hadisten anlaşıldığı gibi çocuklar anne-babaya Allah ın verdiği bir emanettir. Bu emanet de anne-babalara büyük bir sorumluluk getirmektedir. Zira anne babalar kıyamet gününde bu emanetlere karşı nasıl davrandıkları hususunda Allah ın huzurunda hesaba çekileceklerdir.

İslama göre çocukların anne ve babaları üzerinde bir takım hakları vardır. Bu haklardan bazılarını burada açıklamaya çalışacağız.

1.Evlilik öncesi haklar: İslama göre çocukların anne ve babaları üzerindeki hakkı anne ve baba evlenmeden önce başlamaktadır. Yani kişi evleneceği ve neslini devam ettireceği eşini seçerken dikkatli davranması ve eşini itinayla seçmesi gerekir. Çünkü soyu ondan devam edecektir. Bu dünyada en değerli varlığı olan çocukları ondan dünyaya gelecek ve aynı zamanda da çocukların yetişmesinde büyük rolü olacaktır.rnrnNitekim büyük İslam âlimlerinden olan Ebu Esved ed-Düelî, çocuklarına şöyle deyip övünürmüş: küçüklüğünüzde, büyüklüğünüzde ve doğumunuzdan önce size iyilik ettim. Doğumlarından önce kendilerine nasıl iyilik ettiğini soran çocuklarına: Size, sövülmeyecek bir anne seçtim. dermiş.[1]

Anne çocuğuna hamile olduğu süre içerisinde, yediğine içtiğine ve bütün davranışlarına dikkat etmek zorundadır. Çünkü hamilelik döneminde yaptıkları karnındaki çocuğuna mutlaka etki etmekte ve çocuğun ona göre şekillenmesini sağlamaktadır. O halde insan neslini devam ettireceği eşini itinayla seçtikten sonra çocuğun anne karnındaki yetişme sürecinde de azami dikkati göstermesi gerekir.

2.Güzel bir isim koymak: Çocuk doğumla dünyaya geldikten sonra çocuğun anne-baba üzerindeki hakları devam etmektedir. Çocuk dünyaya geldikten sonra anne ve babanın çocuklarına karşı yapmaları gereken ilk vazifeleri; yavrularına uygun ve güzel bir isim koymalarıdır. Zira isim kişi için çok önemlidir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s): Çocuğun babası üzerindeki haklarından biri de ona güzel bir isim koyması ve terbiyesini güzel yapmasıdır. [2], Siz kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız öyle ise çocuklarınıza güzel isimler koyunuz. [3] buyurmaktadır.

İsim deyip geçmemek gerekir. Çünkü isim olarak seçilen kelime; adı olduğu şahsa, psikolojik, sosyolojik ve daha pek çok yönlerden etki etmektedir. Bu tesir altına alış hem müspet manada hem de menfi manada olabilmektedir. Ayrıca ismin şahsiyetle bütünleşmesinin, uyumluluğunun o kişinin çevresindeki insanlara da tesiri vardır. İsmin telkin gücünü artırdığı da bir gerçektir.rnrnÇocuğa konulacak isim, çocuğun içinde yetişeceği toplumda ve kültür çevresinde alay konusu yapılmayacak ve onu küçük düşürmeyecek isimlerden olmalıdır.

Allah Resulü (s.a.s) de çocuklara güzel isim konmasını tavsiye etmiştir. Çocukluğunda kendilerine güzel isim verilmemiş olan pek çok sahabenin ismini değiştirmiştir. Mesela huzuruna gelen bir sahabeye ismini sormuş, Zahim dediğinde bu ismi beğenmemiş, ona Beşir ismini vermiştir. Böylece sıkıntı manasına gelen bir ismi neşeli, müjdeci manasına gelen bir isimle değiştirmiştir.rnrnBir başka sahabenin ismi de el-Âsî idi. isyan eden anlamına gelen bu ismi peygamberimiz itaat eden anlamına gelen Mûtî ismiyle değiştirmiştir.[4]

Hz. Ali, çocuğuna isim verilmesi ile ilgili olarak şöyle anlatmaktadır: İlk oğlum doğduğunda ona savaş anlamında Harb ismini vermiştim. Allah Resulü geldi. Oğlumu bana gösterin ona hangi ismi verdiniz? dedi. Harb ismini verdik dedik. Hayır, onun ismi Hasan dır, dedi. [5]

3.İyi bir eğitim ve terbiye vermek: Çocukların anne-baba üzerindeki diğer bir hakkı da onların güzel bir eğitim almalarını sağlamaktır. Zira çocukları eğitmek ve geleceğe hazırlamak anne babanın görevlerindendir.rnrnAnne babalar, çocuklarını sadece yedirmek, içirmek, giydirmekle görevli değildir. Aynı zamanda onların iyi bir eğitim görmesini sağlamakla da sorumludurlar.rnrnAilenin çocukların eğitiminde büyük bir yeri ve önemi vardır. Zira aile, çocukların ilk eğitim yeridir. Eğitim ailede başlamaktadır.

Çocukların eğitimi konusunda ilk etapta baba sorumludur. Babanın bu konudaki sorumluluğu Allah a karşıdır. Bu sorumluluğunu yerine getirmeyen aile reislerinin kıyamet gününde en bedbaht ve hüsrana uğrayan babalar olacağı Kur an da ifade edilmektedir.

Kişi ailesinden sorumludur. Zira Kıyamet günü çocukları ya şefaatçi, ya da şikâyetçi olacaklardır. Baba çocuklarına İslamî terbiye verdiği takdirde onların sevaplarına aynen iştirak edecek, böylece şefaatlerine mazhar olacak, vermediği takdirde de Bizim eğitimimizi niçin ihmal ettin, niye cehennem ateşine girmemize sebep oldun? diye şikâyetlerine sebep olacaktır. Nitekim bir ayet-i kerimede; Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir imtihandır. (Teğabün, 64/15) buyrulmaktadır.

Ayette bahsedilen imtihan babaların çocuklarının sadece maddî ihtiyaçlarını karşılamakla kalmıyor ayrıca onların eğitimini de güzel bir şekilde yaptırmakla da sorumludurlar.

O halde İslama göre babalık sorumluluk demektir. Baba aile fertlerinin dünyevî ve uhrevî sorumluluğu sırtında olan kimsedir. Çocuğun güzel terbiye edilmesi, çocuğun hayata mükemmel bir şekilde hazırlanmasıyla, bütün mükellefiyetlerini ifa edebilecek şekilde yetiştirilmesiyle yerine getirilmiş olur. Sadece din terbiyesi veya sadece meslek eğitimi vermek güzel terbiye değildir. Eksik terbiyedir.rnrnBir Babanın Sorumluluklarırnrnİslama göre bir babanın çocuğuna öğretmekle yükümlü olduğu temel bilgileri maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:

1.İtikad ve ibadetle ilgili temel bilgiler.
2.Ahlak ile ilgili temel bilgiler.
3.Diğer insanlarla ilişkilerinde (adab-ı muaşerette) dikkat edeceği hususlarla ilgili bilgiler.
4.Meslek eğitimi.

Çocuğa aile içi eğitim verirken anne baba başta olmak üzere büyükler, çocuklara güzel örnek olmalıdırlar. Aile içerisinde anne babasından ve büyüklerinden daima güzel örnekler gören çocuk mutlaka onlardan olumlu yönde etkilenecektir. Anne-baba, çocukları önünde birbirine güzel hitap etmeli, doğru konuşmalı, yalandan sakınmalı, verdikleri sözlerde durmalıdırlar. Aynı zamanda ibadetlerini de düzgün bir şekilde sürekli yapmalıdırlar. Anne-babalarından bütün bu olumlu davranışları gören çocuklar, olumlu yönde etkileneceklerdir. Demek ki bizler, gençlere düzgün ve ideal yaşayışımızla örnek olmalıyız. Şunu çok iyi bilmeliyiz ki hal dili, söz dilinden daima daha etkilidir. Sigara içen bir anne-babanın, çocuğuna sigara içme demesi ne derece etkili olur? Elbette ki etkili olamaz. O halde söz ve davranışlarımız birbirine uymalıdır. Davranışları sözlerine uymayan bir anne babanın çocuklarına verdiği eğitimde başarılı olması mümkün değildir.rnrnAile, kanatları altında çocuğun inanç esaslarını; İslamın prensiplerini, değerlerini ve öğretilerini öğrendiği ilkokuldur.rnrnBizler sadece çocuklarımızın bir meslek edinip ilerideki hayatlarında rahat etmelerini sağlayacak eğitim ve öğretimi almalarını değil, aynı zamanda onların inançlı ve dindar olarak yetişmesi için doğru ve yeterli bir dini eğitim almasını da sağlamak zorundayız.rnrn

4.Çocuklara güzel davranmak: Aile içinde anne-babaların çocuklara güzel davranmaları çocukların anne babaları üzerindeki haklarındandır. Çocukları terbiye etmek için dövmek doğru değildir. Ancak yanlış bir iş yapınca, cezalanabileceği hissini vermek lâzımdır.
Aile içinde anne-baba çocuklarını eğitirken onlara daima anlayış, sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşılmalıdır. Çocuk, kötü bir davranışı ilk defa yapınca, onun kötü olduğu güzelce izah edilmelidir. Çocuk, ısrarla tekrar aynı hatayı yapmaya devam ederse uygun bir şekilde cezalandırma yoluna gidilebilir. Ancak asla zorlama ve baskıya müracaat edilmemelidir. Her hatayı büyütmek, hemen müdahale etmek, ağır şekilde cezalandırmak, başkalarının yanında yapılan hatayı teşhir etmek uygun değildir.

Hakikatler çocukların seviyelerine inilerek, onların anlayabilecekleri bir üslupla anlatılmalıdır. Gençlerin seviyesine inmek, onların anlayabilecekleri bir dille anlatmak eğitimin başarılı olmasında önemli bir etkendir. Çünkü dinî hakikatler genellikle soyuttur. Anlaşılması, idrak edilmesi kolay değildir. Bu nedenle, Kur an, Hz. Peygamber ve İslam büyüklerinin metoduna uyarak, meseleleri temsil ve örneklerle onların akıllarına yaklaştırmalıyız. Günlük hayattan, yaşayıp gördüklerinden temsiller getirmeliyiz. Temsil ve örnek, soyut gerçeği hem kavratır, hem de zihinde kalıcı hale getirir.

5.Çocuklar arasında eşit ve adil davranmak: Anne-babalar çocuklarına karşı eşit ve adil davranmalıdırlar. Anne babalar, aile içerisinde bütün çocuklarına, kız erkek, büyük küçük farkı gözetmeksizin eşit davranmalıdır. Bu eşitlik, çocuklar için alınıp satılan maddî şeylerden tutun da bir öpücüğe varıncaya kadar her türlü ilgi ve ikramda da gözetilmesi gerekir. Maalesef günümüzde bazı anne babalar, çocuklarına karşı gerek sevgi ve ilgide gerekse onlara aldıkları maddî şeylerde eşit davranamamaktadırlar. Özellikle erkek çocukların daha fazla sevilmesi ve kız çocuklarının hor görülmesi ülkemizde yaygın bir yanlış davranıştır. Bu yanlış davranışın sonucu olarak da çocuklar birbirine karşı haset ve kin beslemekte ve böylece aralarındaki sevgi ve saygı ortadan kalkmaktadır.

Hâlbuki İslam dini çocuklar arasında adaletli ve eşit davranmayı emretmektedir.rnrnNuman b.Beşir den rivayet edildiğine göre o şöyle anlatmaktadır: Babam bana malından bir şeyler hibe etmişti. Annem Amra Bintu Ravaha: Bu hibeye Resulullah (s.a.s) i şahit kılmazsan kabul etmiyoruz dedi. Bunun üzerine bana yaptığı hibeye şahit kılmak için babam beni de alarak Resulullah (s.a.s) e gittik. Durumu öğrenen Hz. Peygamber (s.a.s), babama: Başka çocukların da var mı? diye sordu. Evet cevabı üzerine Aynı şekilde bütün çocuklarına hibede bulundun mu? dedi. Babam hayır deyince, Hz. Peygamber (s.a.s): Allah tan korkun, çocuklarınız hususunda adil olun dedi. Babam oradan ayrıldı ve hibeden vazgeçti.[6]

Bu hadisten de açıkça anlaşıldığı üzere çocuklar arasında eşit ve adil davranmak çocukların ebeveyni üzerindeki haklarındandır. Bazı İslam âlimleri, çocuklar arasında eşit davranmak sadece maddi konularda değil, öpücüğe varıncaya kadar her şeyde şarttır demişlerdir. Nitekim Hz. Enes (r.a) dan rivayet edildiğine göre; Bir adam Hz. Peygamber (s.a.s) in yanında otururken oğlunun biri gelir. Adam çocuğunu öper ve dizinin üstüne oturtur. Az sonra kızı gelir. Adamcağız onu öpmeksizin önüne oturtur. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s): Böyle yaparak aralarında eşit davranıyor musun? diyerek onu kınar.[7]

Yine başka bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s): Allah öpücüğe varıncaya kadar her hususta çocuklar arasında adaletli davranmanızı sever. [8] buyurmuştur.

Maalesef günümüzde anne babalar çocukları arasında eşit davranmamakta böylece birçok haksızlığa sebep olmaktadırlar. Böylece gerek anne-baba ve evlatlar, gerekse kardeşler arasında dargınlıkların, kırgınlıkların, haset ve düşmanlıkların çıkmasına sebep olmaktadırlar.rnrnAnne-babaların bu hususlarda azami dikkati göstermeleri ve çocukları arasında eşit ve adil davranmaları gerekir. Zira şunu asla unutmamalıyız ki, bizler bu dünyada yaptıklarımızdan dolayı bir gün Allah ın huzurunda hesap vereceğiz.

6.Evlilik çağına geldiğinde evlendirmek: Çocuğun babası üzerindeki haklarından biri de buluğ çağına erişince çocuğunu vakit geçirmeden evlendirmesidir. Zira gerek Kur an gerekse Hz. Peygamber (s.a.s), gençlerin ve yetimlerin buluğ çağına erince evlendirilmelerini emretmektedir.rnrnEvlenme ve evlendirme işi, çocuğa verilecek ailevî terbiyenin en önemli bir meselesi, bir parçasıdır. Çünkü İslamın aile kurmada güttüğü gayeler, iyi bir evlilikle gerçekleşebilir. Bu sebeple Kur an evlenme meselesine teferruatıyla yer vermiş, namus ve iffet sahibi fuhuş ve gizli dosttan uzak kızların hoşa gidenlerinden, ailelerin izniyle ve mehirleri verilerek aleni bir şekilde meşru bir nikâhla evlendirilmesi emredilmektedir. (Nisa, 4/25) Keza kızlar, mümin ve dindar bir erkekle, erkekler de mümine ve dindar kızlarla evlendirilmeli, müşrik ve dinsiz gençlerden kaçınılmalıdır. (Bakara, 2/221) Hz. Peygamber ise evlenecek eşin dindar olmasına dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.[9]

Esasen ebeveynin çocuğuna vereceği ideal manadaki temel eğitimi ve vazifesi, buluğa eren gencin vakit kaybetmeden bir iş sahibi kılınarak evlendirilip müstakil bir yuvaya kavuşturulmasıyla noktalanmaktadır.[10]

Evlenen genç, artık müstakil, mükellef bir fert ve bir aile reisi olmuştur. Artık o, ailesinin ve cemiyetinin sırtında bir yük olmaktan çıkmış, sorumluluk sahibi bir fert haline gelmiştir.rnrnSonuçrnrnAnne ve babaların çocuklarına karşı birtakım görev ve sorumlulukları vardır. Bu görevlerini yapıp yapmadıkları hususunda Allah ın huzurunda hesaba çekileceklerdir. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza karşı görevlerimizi yapmada azami gayret göstermeliyiz.

Çocuklarımıza karşı görevlerimiz daha onlar dünyaya gelmeden başlamakta, çocuk ana rahmine düştüğünde devam etmekte ve onlar dünyaya geldiklerinde ise sorumluluklarımız daha da artarak devam etmektedir.rnrnÇocuğu dünyaya gelen bir anne baba önce ona güzel bir isim koymalıdır. Çocuğunun en güzel bir şekilde terbiyesi ve eğitimiyle ilgilenmeli, bu terbiye ve eğitim süresinde de onlara şefkat ve merhametle muamele etmeli, çocukları arasında eşit ve adil davranmalıdır.rnrnErgenlik çağına gelen çocuğunu da evlendirmek suretiyle ailesine ve topluma faydalı bir birey haline gelmesini sağlamalıdır.


Prof.Dr. Mehmet SOYSALDI* Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
________________________
[1] Ahmed el-Gandur, el-Ahvâlu’ş-Şahsiyye fi’t-Teşrî’i\'l-İslâmiyye, Kuveyt, 1972, s.27; Ateş, Süleyman, Evlenme ve Boşanma., s.5.
[2] Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, VII, 363.
[3] Ebu Davud, Edeb, 61.
[4] el-Edebü l-Müfred, II, 181.
[5] el-Edebü l-Müfred, II, 180.
[6] Müslim, Hibat, 13.
[7] Canan, Peygamberimizin Sünnetinde Terbiye, Tuğra Neş., İst., trs, s.175.
[8] Feyzu l-Kadir, II, 297.
[9] Buhârî, Nikah, 15.
[10] Canan, İslamda aile terbiyesi , Din Öğretimi Dergisi, s.63.

Fotoğraf açıklaması yok.

14 Mart 2011 Pazartesi

Çocukların Hakları

Anne-babanın çocukları üzerinde hakkı olduğu gibi çocukların da anne ve babaları üzerinde birtakım hakları vardır. Genellikle anne-babanın çocukları üzerindeki hakları üzerinde durulup çocukların anne ve babaları üzerindeki hakları göz ardı edilir. İşte biz bu yazımızda çocukların anne ve babaları üzerindeki haklarını inceleyeceğiz.

Hiçbir varlığın bu dünyada ebedi var olma imkânı olmadığı gibi insan denen varlığın da bu dünyada ebedi olarak yaşaması söz konusu değildir. Ancak insanın fıtratında ebedi olarak yaşama isteği ve arzusu vardır. İşte bu duygu ve istek, bu dünyada insanın kendi neslinden gelen çocukları sayesinde gerçekleştirilmektedir. İnsan bu dünyaya doğumla gelmekte, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık evrelerinden sonra eceli geldiğinde bu dünyadan göçüp gitmektedir. Ancak geride bıraktığı çocukları ve torunları vasıtasıyla bu dünyada neslini devam ettirebilmektedir. Adeta insanın sonsuzluk duygusu bu şekilde gerçekleşmiş olmaktadır. O halde geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza ve gençlerimize önem vermeliyiz. Onlara karşı olan görev ve sorumluluklarımızı azami ölçüde yerine getirmeye çalışmalıyız.

Anne babalar çocuklarına, Allah ın verdiği bir emanet nazarıyla bakmalıdırlar. Ailevî sorumlulukları yerine getirmek anne-babanın kıyamet günü Allah huzurunda sorguya çekileceği bir emanettir. Nitekim Yüce Allah: Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz. (Tahrim, 66/6) buyurmaktadır.

İslam âlimleri, ayet-i kerimenin emrettiği ateşten koruma işinin eğitimle olacağını belirtmektedirler. Yani aile fertlerine İslamî terbiye verildiği takdirde, onların hem dünyada hem de ahirette mutluluğa ulaşmaları sağlanmış olur. Böylece onlar, cehennem azabından korunurlar.

Kur an da aile reisine terettüp eden uhrevî sorumluluk çeşitli ayetlerde veciz bir şekilde ifade edilmektedir. Nitekim bir ayette İslamî terbiyeyi ailesine vermeyip de onların cehennem ateşine düşmelerine sebep olan kişinin kıyamet gününde en bedbaht kişi olacağı şöyle belirtilmektedir: De ki: Asıl ziyan edenler, asıl hüsrana uğrayanlar, hem kendilerini hem de ailelerini kıyamet günü hüsrana uğratanlardır. Haberiniz olsun ki apaçık hüsran işte budur. Onların hem üstlerinde hem altlarında ateşten kat kat örtüler vardır. İşte Allah böyle bir azabın varlığını bildirerek, kullarını bunlardan sakındırıyor. Ey kullarım! Bana karşı gelmenizden ötürü azabıma uğramaktan sakının. (Zümer, 39/15-16)

Rasulullah (sav) bu hususta şöyle buyurmuştur: Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve emriniz altındakileri cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmelisiniz. Öğretmezseniz mesul olacaksınız. (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20)

Bu ayet ve hadisten anlaşıldığı gibi çocuklar anne-babaya Allah ın verdiği bir emanettir. Bu emanet de anne-babalara büyük bir sorumluluk getirmektedir. Zira anne babalar kıyamet gününde bu emanetlere karşı nasıl davrandıkları hususunda Allah ın huzurunda hesaba çekileceklerdir.

İslama göre çocukların anne ve babaları üzerinde bir takım hakları vardır. Bu haklardan bazılarını burada açıklamaya çalışacağız.

1.Evlilik öncesi haklar: İslama göre çocukların anne ve babaları üzerindeki hakkı anne ve baba evlenmeden önce başlamaktadır. Yani kişi evleneceği ve neslini devam ettireceği eşini seçerken dikkatli davranması ve eşini itinayla seçmesi gerekir. Çünkü soyu ondan devam edecektir. Bu dünyada en değerli varlığı olan çocukları ondan dünyaya gelecek ve aynı zamanda da çocukların yetişmesinde büyük rolü olacaktır.

Nitekim büyük İslam âlimlerinden olan Ebu Esved ed-Düelî, çocuklarına şöyle deyip övü*nürmüş: küçüklüğünüzde, büyüklüğünüzde ve doğumunuz*dan önce size iyilik ettim. Doğumlarından önce kendilerine nasıl iyilik ettiğini soran çocuklarına: Size, sövülmeyecek bir anne seçtim. dermiş.[1]

Anne çocuğuna hamile olduğu süre içerisinde, yediğine içtiğine ve bütün davranışlarına dikkat etmek zorundadır. Çünkü hamilelik döneminde yaptıkları karnındaki çocuğuna mutlaka etki etmekte ve çocuğun ona göre şekillenmesini sağlamaktadır. O halde insan neslini devam ettireceği eşini itinayla seçtikten sonra çocuğun anne karnındaki yetişme sürecinde de azami dikkati göstermesi gerekir.

2.Güzel bir isim koymak: Çocuk doğumla dünyaya geldikten sonra çocuğun anne-baba üzerindeki hakları devam etmektedir. Çocuk dünyaya geldikten sonra anne ve babanın çocuklarına karşı yapmaları gereken ilk vazifeleri; yavrularına uygun ve güzel bir isim koymalarıdır. Zira isim kişi için çok önemlidir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s): Çocuğun babası üzerindeki haklarından biri de ona güzel bir isim koyması ve terbiyesini güzel yapmasıdır. [2], Siz kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız öyle ise çocuklarınıza güzel isimler koyunuz. [3] buyurmaktadır.

İsim deyip geçmemek gerekir. Çünkü isim olarak seçilen kelime; adı olduğu şahsa, psikolojik, sosyolojik ve daha pek çok yönlerden etki etmektedir. Bu tesir altına alış hem müspet manada hem de menfi manada olabilmektedir. Ayrıca ismin şahsiyetle bütünleşmesinin, uyumluluğunun o kişinin çevresindeki insanlara da tesiri vardır. İsmin telkin gücünü artırdığı da bir gerçektir.

Çocuğa konulacak isim, çocuğun içinde yetişeceği toplumda ve kültür çevresinde alay konusu yapılmayacak ve onu küçük düşürmeyecek isimlerden olmalıdır.

Allah Resulü (s.a.s) de çocuklara güzel isim konmasını tavsiye etmiştir. Çocukluğunda kendilerine güzel isim verilmemiş olan pek çok sahabenin ismini değiştirmiştir. Mesela huzuruna gelen bir sahabeye ismini sormuş, Zahim dediğinde bu ismi beğenmemiş, ona Beşir ismini vermiştir. Böylece sıkıntı manasına gelen bir ismi neşeli, müjdeci manasına gelen bir isimle değiştirmiştir.

Bir başka sahabenin ismi de el-Âsî idi. isyan eden anlamına gelen bu ismi peygamberimiz itaat eden anlamına gelen Mûtî ismiyle değiştirmiştir.[4]

Hz. Ali, çocuğuna isim verilmesi ile ilgili olarak şöyle anlatmaktadır: İlk oğlum doğduğunda ona savaş anlamında Harb ismini vermiştim. Allah Resulü geldi. Oğlumu bana gösterin ona hangi ismi verdiniz? dedi. Harb ismini verdik dedik. Hayır, onun ismi Hasan dır, dedi. [5]

3.İyi bir eğitim ve terbiye vermek: Çocukların anne-baba üzerindeki diğer bir hakkı da onların güzel bir eğitim almalarını sağlamaktır. Zira çocukları eğitmek ve geleceğe hazırlamak anne babanın görevlerindendir.

Anne babalar, çocuklarını sadece yedirmek, içirmek, giydirmekle görevli değildir. Aynı zamanda onların iyi bir eğitim görmesini sağlamakla da sorumludurlar.

Ailenin çocukların eğitiminde büyük bir yeri ve önemi vardır. Zira aile, çocukların ilk eğitim yeridir. Eğitim ailede başlamaktadır.

Çocukların eğitimi konusunda ilk etapta baba sorumludur. Babanın bu konudaki sorumluluğu Allah a karşıdır. Bu sorumluluğunu yerine getirmeyen aile reislerinin kıyamet gününde en bedbaht ve hüsrana uğrayan babalar olacağı Kur an da ifade edilmektedir.

Kişi ailesinden sorumludur. Zira Kıyamet günü çocukları ya şefaatçi, ya da şikâyetçi olacaklardır. Baba çocuklarına İslamî terbiye verdiği takdirde onların sevaplarına aynen iştirak edecek, böylece şefaatlerine mazhar olacak, vermediği takdirde de Bizim eğitimimizi niçin ihmal ettin, niye cehennem ateşine girmemize sebep oldun? diye şikâyetlerine sebep olacaktır. Nitekim bir ayet-i kerimede; Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir imtihandır. (Teğabün, 64/15) buyrulmaktadır.

Ayette bahsedilen imtihan babaların çocuklarının sadece maddî ihtiyaçlarını karşılamakla kalmıyor ayrıca onların eğitimini de güzel bir şekilde yaptırmakla da sorumludurlar.

O halde İslama göre babalık sorumluluk demektir. Baba aile fertlerinin dünyevî ve uhrevî sorumluluğu sırtında olan kimsedir. Çocuğun güzel terbiye edilmesi, çocuğun hayata mükemmel bir şekilde hazırlanmasıyla, bütün mükellefiyetlerini ifa edebilecek şekilde yetiştirilmesiyle yerine getirilmiş olur. Sadece din terbiyesi veya sadece meslek eğitimi vermek güzel terbiye değildir. Eksik terbiyedir.

Bir Babanın Sorumlulukları

İslama göre bir babanın çocuğuna öğretmekle yükümlü olduğu temel bilgileri maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:

1.İtikad ve ibadetle ilgili temel bilgiler.
2.Ahlak ile ilgili temel bilgiler.
3.Diğer insanlarla ilişkilerinde (adab-ı muaşerette) dikkat edeceği hususlarla ilgili bilgiler.
4.Meslek eğitimi.

Çocuğa aile içi eğitim verirken anne baba başta olmak üzere büyükler, çocuklara güzel örnek olmalıdırlar. Aile içerisinde anne babasından ve büyüklerinden daima güzel örnekler gören çocuk mutlaka onlardan olumlu yönde etkilenecektir. Anne-baba, çocukları önünde birbirine güzel hitap etmeli, doğru konuşmalı, yalandan sakınmalı, verdikleri sözlerde durmalıdırlar. Aynı zamanda ibadetlerini de düzgün bir şekilde sürekli yapmalıdırlar. Anne-babalarından bütün bu olumlu davranışları gören çocuklar, olumlu yönde etkileneceklerdir. Demek ki bizler, gençlere düzgün ve ideal yaşayışımızla örnek olmalıyız. Şunu çok iyi bilmeliyiz ki hal dili, söz dilinden daima daha etkilidir. Sigara içen bir anne-babanın, çocuğuna sigara içme demesi ne derece etkili olur? Elbette ki etkili olamaz. O halde söz ve davranışlarımız birbirine uymalıdır. Davranışları sözlerine uymayan bir anne babanın çocuklarına verdiği eğitimde başarılı olması mümkün değildir.

Aile, kanatları altında çocuğun inanç esaslarını; İslamın prensiplerini, değerlerini ve öğretilerini öğrendiği ilkokuldur.

Bizler sadece çocuklarımızın bir meslek edinip ilerideki hayatlarında rahat etmelerini sağlayacak eğitim ve öğretimi almalarını değil, aynı zamanda onların inançlı ve dindar olarak yetişmesi için doğru ve yeterli bir dini eğitim almasını da sağlamak zorundayız.

4.Çocuklara güzel davranmak: Aile içinde anne-babaların çocuklara güzel davranmaları çocukların anne babaları üzerindeki haklarındandır. Çocukları terbiye etmek için dövmek doğru değildir. Ancak yanlış bir iş yapınca, cezalanabileceği hissini vermek lâzımdır. Aile içinde anne-baba çocuklarını eğitirken onlara daima anlayış, sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşılmalıdır. Çocuk, kötü bir davranışı ilk defa yapınca, onun kötü olduğu güzelce izah edilmelidir. Çocuk, ısrarla tekrar aynı hatayı yapmaya devam ederse uygun bir şekilde cezalandırma yoluna gidilebilir. Ancak asla zorlama ve baskıya müracaat edilmemelidir. Her hatayı büyütmek, hemen müdahale etmek, ağır şekilde cezalandırmak, başkalarının yanında yapılan hatayı teşhir etmek uygun değildir.

Hakikatler çocukların seviyelerine inilerek, onların anlayabilecekleri bir üslupla anlatılmalıdır. Gençlerin seviyesine inmek, onların anlayabilecekleri bir dille anlatmak eğitimin başarılı olmasında önemli bir etkendir. Çünkü dinî hakikatler genellikle soyuttur. Anlaşılması, idrak edilmesi kolay değildir. Bu nedenle, Kur an, Hz. Peygamber ve İslam büyüklerinin metoduna uyarak, meseleleri temsil ve örneklerle onların akıllarına yaklaştırmalıyız. Günlük hayattan, yaşayıp gördüklerinden temsiller getirmeliyiz. Temsil ve örnek, soyut gerçeği hem kavratır, hem de zihinde kalıcı hale getirir.

5.Çocuklar arasında eşit ve adil davranmak: Anne-babalar çocuklarına karşı eşit ve adil davranmalıdırlar. Anne babalar, aile içerisinde bütün çocuklarına, kız erkek, büyük küçük farkı gözetmeksizin eşit davranmalıdır. Bu eşitlik, çocuklar için alınıp satılan maddî şeylerden tutun da bir öpücüğe varıncaya kadar her türlü ilgi ve ikramda da gözetilmesi gerekir. Maalesef günümüzde bazı anne babalar, çocuklarına karşı gerek sevgi ve ilgide gerekse onlara aldıkları maddî şeylerde eşit davranamamaktadırlar. Özellikle erkek çocukların daha fazla sevilmesi ve kız çocuklarının hor görülmesi ülkemizde yaygın bir yanlış davranıştır. Bu yanlış davranışın sonucu olarak da çocuklar birbirine karşı haset ve kin beslemekte ve böylece aralarındaki sevgi ve saygı ortadan kalkmaktadır. Hâlbuki İslam dini çocuklar arasında adaletli ve eşit davranmayı emretmektedir.

Numan b.Beşir den rivayet edildiğine göre o şöyle anlatmaktadır: Babam bana malından bir şeyler hibe etmişti. Annem Amra Bintu Ravaha: Bu hibeye Resulullah (s.a.s) i şahit kılmazsan kabul etmiyoruz dedi. Bunun üzerine bana yaptığı hibeye şahit kılmak için babam beni de alarak Resulullah (s.a.s) e gittik. Durumu öğrenen Hz. Peygamber (s.a.s), babama: Başka çocukların da var mı? diye sordu. Evet cevabı üzerine Aynı şekilde bütün çocuklarına hibede bulundun mu? dedi. Babam hayır deyince, Hz. Peygamber (s.a.s): Allah tan korkun, çocuklarınız hususunda adil olun dedi. Babam oradan ayrıldı ve hibeden vazgeçti.[6]

Bu hadisten de açıkça anlaşıldığı üzere çocuklar arasında eşit ve adil davranmak çocukların ebeveyni üzerindeki haklarındandır. Bazı İslam âlimleri, çocuklar arasında eşit davranmak sadece maddi konularda değil, öpücüğe varıncaya kadar her şeyde şarttır demişlerdir. Nitekim Hz. Enes (r.a) dan rivayet edildiğine göre; Bir adam Hz. Peygamber (s.a.s) in yanında otururken oğlunun biri gelir. Adam çocuğunu öper ve dizinin üstüne oturtur. Az sonra kızı gelir. Adamcağız onu öpmeksizin önüne oturtur. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s): Böyle yaparak aralarında eşit davranıyor musun? diyerek onu kınar.[7]

Yine başka bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s): Allah öpücüğe varıncaya kadar her hususta çocuklar arasında adaletli davranmanızı sever. [8] buyurmuştur.

Maalesef günümüzde anne babalar çocukları arasında eşit davranmamakta böylece birçok haksızlığa sebep olmaktadırlar. Böylece gerek anne-baba ve evlatlar, gerekse kardeşler arasında dargınlıkların, kırgınlıkların, haset ve düşmanlıkların çıkmasına sebep olmaktadırlar.

Anne-babaların bu hususlarda azami dikkati göstermeleri ve çocukları arasında eşit ve adil davranmaları gerekir. Zira şunu asla unutmamalıyız ki, bizler bu dünyada yaptıklarımızdan dolayı bir gün Allah ın huzurunda hesap vereceğiz.

6.Evlilik çağına geldiğinde evlendirmek: Çocuğun babası üzerindeki haklarından biri de buluğ çağına erişince çocuğunu vakit geçirmeden evlendirmesidir. Zira gerek Kur an gerekse Hz. Peygamber (s.a.s), gençlerin ve yetimlerin buluğ çağına erince evlendirilmelerini emretmektedir.

Evlenme ve evlendirme işi, çocuğa verilecek ailevî terbiyenin en önemli bir meselesi, bir parçasıdır. Çünkü İslamın aile kurmada güttüğü gayeler, iyi bir evlilikle gerçekleşebilir. Bu sebeple Kur an evlenme meselesine teferruatıyla yer vermiş, namus ve iffet sahibi fuhuş ve gizli dosttan uzak kızların hoşa gidenlerinden, ailelerin izniyle ve mehirleri verilerek aleni bir şekilde meşru bir nikâhla evlendirilmesi emredilmektedir. (Nisa, 4/25) Keza kızlar, mümin ve dindar bir erkekle, erkekler de mümine ve dindar kızlarla evlendirilmeli, müşrik ve dinsiz gençlerden kaçınılmalıdır. (Bakara, 2/221) Hz. Peygamber ise evlenecek eşin dindar olmasına dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.[9]

Esasen ebeveynin çocuğuna vereceği ideal manadaki temel eğitimi ve vazifesi, buluğa eren gencin vakit kaybetmeden bir iş sahibi kılınarak evlendirilip müstakil bir yuvaya kavuşturulmasıyla noktalanmaktadır.[10]

Evlenen genç, artık müstakil, mükellef bir fert ve bir aile reisi olmuştur. Artık o, ailesinin ve cemiyetinin sırtında bir yük olmaktan çıkmış, sorumluluk sahibi bir fert haline gelmiştir.

Sonuç

Anne ve babaların çocuklarına karşı birtakım görev ve sorumlulukları vardır. Bu görevlerini yapıp yapmadıkları hususunda Allah ın huzurunda hesaba çekileceklerdir. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza karşı görevlerimizi yapmada azami gayret göstermeliyiz.

Çocuklarımıza karşı görevlerimiz daha onlar dünyaya gelmeden başlamakta, çocuk ana rahmine düştüğünde devam etmekte ve onlar dünyaya geldiklerinde ise sorumluluklarımız daha da artarak devam etmektedir.

Çocuğu dünyaya gelen bir anne baba önce ona güzel bir isim koymalıdır. Çocuğunun en güzel bir şekilde terbiyesi ve eğitimiyle ilgilenmeli, bu terbiye ve eğitim süresinde de onlara şefkat ve merhametle muamele etmeli, çocukları arasında eşit ve adil davranmalıdır.

Ergenlik çağına gelen çocuğunu da evlendirmek suretiyle ailesine ve topluma faydalı bir birey haline gelmesini sağlamalıdır.

Prof.Dr. Mehmet SOYSALDI* Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
________________________

[1] Ahmed el-Gandur, el-Ahvâlu’ş-Şahsiyye fi’t-Teşrî’i'l-İslâmiyye, Kuveyt, 1972, s.27; Ateş, Süleyman, Evlenme ve Boşanma., s.5.
[2] Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, VII, 363.
[3] Ebu Davud, Edeb, 61.
[4] el-Edebü l-Müfred, II, 181.
[5] el-Edebü l-Müfred, II, 180.
[6] Müslim, Hibat, 13.
[7] Canan, Peygamberimizin Sünnetinde Terbiye, Tuğra Neş., İst., trs, s.175.
[8] Feyzu l-Kadir, II, 297.
[9] Buhârî, Nikah, 15.
[10] Canan, İslamda aile terbiyesi , Din Öğretimi Dergisi, s.63.