بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

3 Şubat 2011 Perşembe

İl İl Kurtuluş Savaşı Şehitlerimiz


  
Bu liste Milli savunma bakanlığının 1998 yılında resmi belgelere dayanarak açıkladığı kurtuluş savaşında kayıtlı olan şehitlerin sayısıdır.
http://www.turkax.com/kurtulus-savasi-sehitlerimiz
Açıklanan bu listeye gönüllüler, esirler, kayıplar ve hastalıktan ölenler dahil değildir. Allah Kurtuluş savaşında emeği geçen herkese rahmet etsin. Hepsini rahmetle anıyoruz.

1. Adana : 1781
2. Adıyaman : 193
3. Afyon : 3273
4. Ağrı : 35
5. Aksaray : 604
6. Amasya : 751
7. Ankara : 4219
8. Antalya : 2132
9. Ardahan : 31
10. Artvin : 211
11. Aydın : 2638
12. Balıkesir : 043
13. Batman : 8
14. Bartın : 798
15. Bayburt : 249
16. Bilecik : 1585
17. Bingöl : 106
18. Bitlis : 282
19. Bolu : 3206
20. Burdur : 1023
21. Çanakkale : 2210
22. Çankırı : 1930
23. Çorum : 3238
24. Denizli : 3625
25. Diyarbakır : 497
26. Edirne : 1822
27. Elazığ : 718
28. Erizncan : 702
29. Erzurum : 910
30. Eskişehir : 1615
31. Gaziantep : 1626
32. Giresun : 1076
33. Gümüşhane : 329
34. Hakkari : 21
35. Hatay : 585
36. Isparta : 1516
37. İçel : 2272
38. İstanbul : 3177
39. İzmir : 2805
40. Kahramanaraş : 784
41. Karaman : 895
42. Kars : 41
43. Kastamonu : 5160
44. Kayseri : 2127
45. Kırıkkale : 505
46. Kırklareli : 693
47. Kırşehir : 1074
48. Kocaeli : 1377
49. Konya : 4787
50. Kütahya : 2488
51. Malatya : 643
52. Manisa : 2200
53. Mardin : 182
54. Muğla : 1363
55. Muş : 105
56. Nevşehir : 1069
57. Niğde : 1072
58. Ordu : 1233
59. Rize : 383
60. Sakarya : 1465
61. Samsun : 1243
62. Siirt : 153
63. Sinop : 2438
64. Sivas : 1575
65. Şanlıurfa : 710
66. Şırnak : 8
67. Tekirdağ : 980
68. Tokat : 1224
69. Trabzon : 1230
70. Tunceli : 77
71. Uşak : 1093
72. Van : 343
73. Yozgat : 2053
74. Zonguldak : 2091

2 Şubat 2011 Çarşamba

SAHTE PEYGAMBER

SAHTE PEYGAMBER (Eski Refah Partili) Kiliselerde bulunan resmim düzeltilmeli


Kiliselerde bulunan resmim düzeltilmeli 25.11.2000
Üç yıl önce yattığı cezaevinde Allah tarafından peygamber ilan edildiğini belirten Hasan Mezarcı, Almanya’da Hürriyet'e özel bir röportaj verdi. Kendini ‘‘Mesih’’ ilan eden Mezarcı, ‘Benim dinimin başkenti İstanbul olacaktır’ dedi.

TÜRKİYE'Yİ UYARIYORUM
Bana saldıran, Allah'a saldırmış oluyor. Bunu herkes böyle bilsin ve günaha girmesinler. Bu konuda Türkiye'yi ve Türk halkını uyarıyorum. Bugüne kadar Hz. Muhammed dahil her peygambere deli dediler. Bana da deli diyorlar. Bunlar beni içimden sevindiriyor, çünkü bu peygamber olduğumu gösteriyor...

ORDUNUN GÜCÜ YETMEZ
Ben kendimi açmadan önce Allah benim Mesih olduğumu açtı, insanlara gösterdi ve inandırdı. Yüzyıllardan beri Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların beklediği mesih geldi. Allah herkese bunu duyurdu. Benim peygamber olduğuma inananların sayısı her geçen gün artıyor ve önümüzdeki ramazan ayında daha da artarak kitleleşecek. Allah'ın açtığını kimse kapatamaz. Hiç bir devletin, ordunun gücü, bir peygamberi engelemeye yetmez. Allah beni o zaman leş kargalarına yedirtmedi, şimdi de yedirmeyecek.

RESİMLERİMİ DÜZELTİN
Tüm dünya kiliselerindeki Hz. İsa resimleri tahminler üzere yapıldı. Ama artık Hz. İsa olarak ben buradayım ve bu nedenle resimlerin tümünün düzeltilmesi gerekiyor.

ŞU AN TARİH YAZILIYOR
Allah bana en şerefli unvanı vererek bana ‘‘Mesih’’ dedi. Şu anda tarih yazılıyor. Gördüğünüz gibi Türkiye gündemine gökten düşer gibi düştüm. Hıristiyanlık Kudüs'te çıktı, İstanbul'da güç oluşturdu ve yeryüzüne hákim oldu. Müslümanlık Mekke'de çıktı ve o da İstanbul'da güç oldu. Mesih'in de İstanbul'da çıkması çok tabiidir, çünkü İstanbul, Müslüman ve Hıristiyanın tarihi başşehridir.

PAPAZLAR DİNLESİN
Hz. Muhammed'e solcusu sağcısı, Türkü Kürdü, Alevisi Sünnisi, kumarhanedeki, meyhanedeki nasıl iman ediyorsa, bana da toplumun her kesiminden günahlı günahsız herkes iman edebilir. Ben herkesi kucaklıyorum. Ben bir kurtarıcıyım. Bana inanmayan hoca ve papazlara sesleniyorum, Muhammed, İsa ve Musa bile sonradan peygamber olduğunu öğrendi. Yani Muhammed'in bilmediğini kasap Nuri nasıl bilsin? Bu nedenle Yaşar Nuri gibi papazlar ve hocalar ahkam kesmesinler, çenelerini kapatsınlar. Aksi takdirde cezalandırılacaklar; benden değil, Allah tarafından. İncil'de ve Kuran'da peygamberin geleceği yazıyor. Benim olmadığımı söylüyorlarsa, o zaman kim olduğunu biliyorlar demek. Açıklasınlar bakalım. Bunların hepisi soytarı.

ON BİR MÜRİDİM VAR
Kaldığım Worms şehrinde 11 kişi benim peygamber olduğuma inanıyor. Yeryüzünde bu, kısa bir süre içinde yüzbinleri bulacak. Türkiye'de şimdi binlerce kişi beni görünce ‘‘Evet onu rüyamda gördüm. O mesih’’ diyecek. Allah ne zaman Türkiye'ye dön diyecekse, ben de o zaman bir dakika durmadan dönerim. Bu süre içinde İstanbul önce Türkiye'nin ve sonra tüm dünyanın başkenti olacak. Ben Osmanlı temeller üzerinde yeni bir yapı kurduracağım. Camiler şu an iğrenç işler için kullanılıyor. Ben Allah evlerini bu pisliklerden kurtaracağım.

Ben kınalı kuzuyum
Hasan Mezarcı, peygamberliğini ilan etmeden önce uzun bir hazırlık dönemi geçirmiş. Mezarcı bu döneme ‘‘inzivaya çekilmek’’ diyor.

İşlemeli sarı ipek gömleği ve sarı kaftanından ikişer üçer tane yaptırıp gardırobuna koymuş. Mezarcı bu kıyafetleri Allah'ın emriyle giydiğini söylüyor: ‘‘Saçlarım, küpelirim, ziynetlerim hepsi Allah'ın izniyle meydana getirilmiştir. Bu renklerin de bir tasarrufu vardır. Hem bir peygamberin başka nasıl giyinmesini bekliyorsunuz ki?’’

Asanın her peygamberde olduğunu söyleyen Mezarcı, ayaklarının kınalı olmasını şöyle açıkladı: ‘‘Bizim dedelerimiz kurban kesecekleri zaman kuzuları alır, ayaklarını kınalarlardı. Ben de kınalı kuzu olduğum için, kurban olduğum ve çok sıkıntılar çektiğim için, ayak parmaklarıma kına yakıyorum.’’

Mezarcı peygamberliğini ilan etmesinin bir zamanlama meselesi olduğunu belirterek şunları söyledi: ‘‘Vakti gelmeden kavun karpuz bile olmaz. Erken oldurmaya kalkarsanız, halk tabiriyle 'kelek' olursunuz. Ben de bekledim ve zamanı gelince peygamberliğimi ilan ettim.’’

Mezarcı, peygamberlik konusunda Türkiye'de bıraktığı eşi ve çocuklarının ne düşündüğü sorulduğunda ise ‘‘Şule hanım, yani eşim beni bir sene önce gördü. Çocuklarımın bir kısmı İstanbul'da, bir kısmı da Aydın'da. Dolayısıyla çocuklar görmediler’’ cevabını verdi.

Deprem benim habercimdi
Hasan Mezarcı, 1999 yılında Türkiye'de yaşanan depremleri de şöyle yorumladı:

‘Son bir yıl içinde yaşanan depremler Allah'ın uyarıları. Halk bunları bir türlü anlamadı. Allah ayrım yapmadan, İslamcının, Ülkücünün ve Kemalistin evini yıktı. Akıllanmazsanız hepinizi yok ederim mesajını verdi. Bu deprem, Hz. İsa'nın gelişini gösterdi ve ben geldim. Şimdi sistem dahil, her şey değişecek. Bana inanıp benimle dua etsinler. Bunun başka kurtuluş yolu yok.

Neden sarı renk giyinip kulağına küpe takıyor
Kapatılan Refah Partisi milletvekili olduğu dönemde Atatürk'e hakaret ettiği için sık sık yargılanıp hapse giren Mezarcı, niçin sarı renkli bir cübbe giydiğini ve kulağına küpe taktığını da şöyle açıkladı:

‘‘Yani nasıl bir peygamber bekliyorlardı. Beni blucinli mi, kravatlı mı bekliyorlardı. Bana acaba nasıl bir kıyafet uygun görürlerdi? Ben Hz. İsa'nın ta kendisiyim ve öyle geldim. Taşıdığım küpeye gelince, Yavuz Sultan Selim küpeyi neden taktıysa, bende onun için taktım.’’







Sapık,(Hasan Mezarcı) Eski Refah Partiden Millet vekilliği yapmış,Kafayı üşütmüş,Kendisini Mesih zannediyor ve açıkça ben Peygamberim diyor.
Allah insanı şirin akıldan etmesin.




Buda Mehdilik Davası Güden Adnan Oktar,
Namı Diyar,Harun Yahya




Hakkındaki çeşitli iddia ve ithamlar

Askerlik durumu

Oktar askere sevk edilmek istenmiş, 1993 yılında Eskişehir Hava Hastanesi'nden aldığı "askerliğe elverişli değildir" raporuyla askerlikten muaf tutulmuştur.[12] Oktar,paranoid şizofreni hastası olduğuna dair 7 farklı hastaneden rapor almıştır.[12] Adnan Oktar Vekili Av. Kerim Kalkan ise Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nin raporunu dayanak göstererek, Adnan Oktar'ın ruh sağlığına ilişkin iddiaların gerçek dışı olduğunu iddia etmiştir.[13]
Adnan Oktar 18 Ağustos 2000 yılında bedelli askerlikten yararlanarak, öngörülen bedeli ödemiş ve askerlikten terhis edilmiştir.[13]

Uyuşturucu kullanımı iddiaları

Adnan Oktar hakkında, İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından kokain kullandığı iddiasıyla 10 Temmuz 1991 tarihinde dava açılmıştır. Açılan davada "delillerin şüpheli olduğu" ve "şüphelerin sanık lehine yorumlanması gerektiği" ilkesi uyarıncaYargıtay yolu açık olmakla birlikte 22 Şubat 1994 tarihinde beraatine karar verilmiştir.[14][15][16]

Çıkar amaçlı örgüt kurma iddiaları

12 Kasım 1999 tarihinde içlerinde Adnan Oktar'ın da bulunduğu, Bilim Araştırma Vakfı'na (BAV) mensup 85 kişi gözaltına alındı. Bir haftaya yakın bir süre İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde tutulan BAV mensupları, kendilerine bu süre içerisinde çok ağır fiziksel baskılar uygulandığını, önceden hazırlanmış bazı ifadelerin kendilerine zorla imzalatıldığını iddia ettiler.[17] Adnan Oktar BAV operasyonu sonrasında 9 ay cezaevinde tutulmuştur. Çete oluşturmak ve tehditle menfaat sağlamak suçlamasıyla cezaevinde tutulan Adnan Oktar ve Ferit Develioğlu, müştekilerin çoğunun Emniyetteki baskı sonucu şikayetçi olmak zorunda kaldıklarını söylemeleri üzerine İstanbul DGM’de görülen duruşma sonunda tahliye edildiler.[18] İddialara göre gözaltına alınanların ailelerine, BAV yöneticilerinden şikayetçi olmaları şartıyla yakınlarının serbest bırakılacağı söylenmişti.[19]
BAV operasyonunun gece yarısı gerçekleştirilmesi ile ilgili eleştiriler üzerine dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, "Her şey kurallara göre yapılmıştır. Olay yargıya intikal etmek üzeredir. Onun için bu aşamada bir açıklama yapmayacağım. Şu kadarını söyleyeyim, Adnan hocanın yakalanması Apo'nun yakalanması kadar önemli. Bu adam, Apo kadar tehlikeli birisi." açıklamasını yapmıştır.[20]
Adnan Oktar ve bir grup müridi hakkında açılan "çıkar amaçlı örgüt kurma" davası, 24 Kasım 2005 tarihinde, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı ile, zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle düşürülmüştür.[21] Bununla birlikte Yargıtay 8. Ceza Mahkemesi sonradan bu kararı bozmuştur.[22]Bozma kararı neticesinde, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi Oktar hakkında yurtdışına çıkış yasağı getirmiştir.[23] Nisan 2008'deki duruşmada ise savcı Orhan Erbay, Adnan Oktar'ın da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında beraat istemişti.[24] 9 Mayıs 2008'de Adnan Oktar,İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, "çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve yönetmek" suçundan 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı.[25]
Oktar ile 17 sanığın yargılandığı davayı karara bağlayan İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Adnan Oktar'ı "çıkar amaçlı örgüt kurmak ve yönetmek" suçundan lehine olan yeni TCK'nın 220. maddesinin birinci fıkrası uyarınca 3 yıl hapis cezasına mahkûm etti. Mahkeme heyeti, "adı geçen örgütün organize bir şekilde mahkemeyi baskı altında tutmak ve yargılamayı engellemek için görsel ve yazılı basına ilanlar verdiğini belirterek, mahkeme başkanı Salih Öztürk ve üye hakim Nuran Yalınbaş'a hakaret ve iftirada" bulunduklarını bildirdi. Mahkeme heyeti ayrıca, Oktar'ın fiilinden sonraki davranışları esas alınarak TCK'nın 62. maddesinde öngörülen indirimin uygulanmasına yer olmadığına hükmetti.[26]
Ağca: "Ben İsa Mesihim"DİYOR

24 Ocak 2011 Pazartesi

Tarihci Yazar Kadir Misiroglu: Fethullah Gulen hakkinda.

23 Ocak 2011 Pazar

İslâm’da Laiklik Yoktur.إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır.


İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır.

Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal hayatın dışına itilmesi, din adamları sınıfının devletin siyasal hayatında din adına etkin olmalarının engellenmesi diye ifade edilir.

Buna cevap olarak deriz ki: Laiklik Fransa’da kilisenin ve papazların siyasete karışmasından sonra Rönesanss ile kiliseyi ve din adamlarını devlet yönetiminden uzaklaştırmak için çıkarılmış bir sistemdir. Fakat İslam’da batıda bilinen şekliyle bir “ din adamları “ sınıfının varlığı söz konusu değildir. Dolayısı ile böyle bir sınıfın din adına siyasal etkinliklerde bulunması söz konusu değildir. Dolayısıyla böyle bir sınıfın din adına siyasal etkinliklerde bulunmalarından ve devletin siyasetinden aktif bir rol oynamalarından söz edilemez.Çünkü böyle bir sınıf yok ki, bu sınıfın icra edeceği fonksiyon kabul veya redde konu olsun.

Bugün içinde yaşadığımız dünyada, İslam adına meydanlara, gazetelere, ekranlara, kürsülere çıkan pek çok alim ,önder, siyasi, akademisyen, maalesef İslam dışı olduğu bizzat kendi taraflarınca bu kadar net bir biçimde ortaya konan Laikliği ve Demokrasiyi sahipleniyorlar, bunları benimsediklerini söyleyebiliyorlar.
Üstelik bazıları daha da ileri giderek bu cahiliyye hükümlerinin Allah’ın dinine de iftira ederek, İslami olduklarını, İslam’la bağdaştıklarını iddia edebiliyorlar .

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ

“Onlar hala cahiliyye hükmünü mü arıyorlar?. Kesin bilgiye inanan topluluk için hükmü Allah’tan daha güzel olan kimdir?. “ ( Maide 50 )

Cahiliyyenin anlamı belirgin bir biçimde bu ayette ortaya konulmuştur.Cahiliyye, Allah’ın belirttiği, Kur’an’da ifade edildiği üzere insanların insanlar için hüküm belirlemesi, insanın insana köle kılınması, Allah’a kulluğun bırakılması, Allah’ın ilahlığının reddedilmesi ve de buna karşılık, kimi insanların ilah kabul edilmesi ve Allah’a değil onlara itaat ve ibadet edilmesi, onlara tapılmasıdır. Cahiliyye bir olgudur. Geçmişte yaşanan bu olguyla, bu günde yarın da yine karşılaşılacaktır. Cahiliyyenin niteliği İslam’la çelişmek, İslam’a karşı olmadır.

Allah’ın şeriatını reddeten; cahiliyye düzenini kabul ediyor, cahiliyyeyi yaşıyor demektir.! “Cahiliyye sistemleri yalnızca putperestlik şeklinde ortaya çıkan ya da buna benzer mitolojik tanrılara tapmak şeklinden ibaret değildir. Kavmiyet ve vatan gibi ad ve şekli değişik olabilir.Başkalarını zorla egemenliği altında tutan diktatör ve tağutlar gibi yeni putlar olabilir, hatta heykel putlar bunların birer sembolü olabilir .”

Günümüzde bütün çağdaş toplumlar, komünst, kapitalist, yahudi, hırıstiyan ve sözde müslüman geçinen bazı toplumlar bir tür cahiliyye toplumunu teşkil etmektedirler. Çünkü Allah’ın varlığına ve birliğine iman ettiklerini ifade etmekle birlikte tevhid akidesinin en önemli esası olan otorite hakkını ,egemenlik, hakimiyet, yetkisini Allah’a vermemektedirler. Hayatlarını düzenleyecekleri kanun ve kuralları koyma yetkisini, hem de mutlak manada, kendi hemcinslerinin oluşturdukları bazı kurumlara parlemento, hükümet ve yargı gibi organlara vermektedirler. hakimiyetin, hüküm koyma yetkisinin mutlak manada “millet”e ait olduğu ilkesini benimsemektedirler.

Sosyal konumu itibariyle kendilerince alt tabakalarda bulunan bir müslüman hanımın başını örtmesine itiraz etmeyenler, başını örten ya da çarşafa bürünen üniversite öğrencisi ya da belli bir kariyer ve kendilerince yüksek bir mevkide olan birisi oldu mu bu sefer devrim krizleri geçirir, laiklik saralarına tutulur, uysal , insan hakları havarisi kesilenler birden bire kırmızı görmüş boğaya dönerler; hatta bazıları daha da sapıtarak ağızlarından salyalar saçan bir mahluka dönüşürler.

Burjuvalar, tağutlar,laikler, tahtları ve üst makamları ellerinde bulunduranlar, Allah’ın indirdikleriyle hükmedilmesine kesinlikle karşı çıkacaklardır. Zira Allah’ın indirdiği hükümler uygulandığında, onların yüzlerine geçirmiş oldukları ilahlık maskesi yere düşecek ve ilahlık sadece Allah’a ait olacaktır. Sömürü, zulüm ve haram üzerine kurdukları cahiliyye düzeninde kendilerine maddi çıkar sağlamakta olan sömürücü egemen güçler elbette ki Allah’ın indirdiği hükümlerin uygulanmaması için yırtınacaklardır.

Hüküm koyma yetkisi, sadece ve tek Allah'ın olmalıdır. İlahlığın her şeye egemen olması gereğince hüküm, sadece Allah’a özgüdür. Zira egemenlik yani hakimiyet kanun koyma hakkı ilahlığın özelliklerindendir. Egemenliğin kendisine ait olduğunu ileri süren ister bir birey, bir sınıf, bir parti, ister bir gurup, bir ulus, isterse uluslar arası bir örgüt şemsiyesi altında tüm insanlar olsun, ilahlığın nitelikleri noktasından, herkesten önce Allah’a savaş açmış demektir.

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ
“De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler edinmeyelim .. " (al-i İmran 64)
(Resûlüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.
Bu birbirini Rab edinme olayı en katı dikta rejimlerinin (monarşi ve oligarşi ) en başta gelen özelliği, insanları kendisine taptırma ve kurumlarını, sistemlerini , yasalarını kanunlarını, değer yargılarını ve ilkelerini benimsetmedir.İşte ancak İslam nizamında insan bu boyunduruktan kurtulur. Özgürlüğe kavuşur .
Düşüncelerini, düzenlerini ,yaşam biçimlerini, yasalarını ve kanunlarını, değer yargılarını ve ilkelerini yalnız Allah’tan alan bir özgürlüğe kavuşup kula kulluktan kurtulur .

İslam nizamında bütün insanlar eşit konumundadır .
Cahiliyye de , demokrasi ve laiklikte ise insanlar Allah’ın değil de bazı insanların yaptıkları kanun , kural ve ilkeleri ,onların oluşturdukları meşru ve gayrimeşru ölçüleri benimser, onlara tabi olurlar. Bu Allah’tan başka bu ölçüleri, kanunları koyanları İlah ve Rabb edinmek sonucunu doğurur.

أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

“Yoksa Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara kanun kılacak ortakları mı vardır? Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı , derhal aralarında hüküm verilirdi . Ve zalimler için şüphesiz can yakıcı bir azap vardır “ ( Şu’ra 21 )

“ Şimdi sen , kendi hevasını İlah edinen ve allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı , kulağı ve kalbi üzerine mühür vurduğu ve gözü üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü ?..”( casiye 23 )

Bu ayet ve tefsirinden anlaşıldığı üzere , hayatlarını düzenlerken Allah’ın değil de hevalarını esas almaları, hevalarını ilahlaştırmak şeklinde nitelendirilmektedir.

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا

“Allah ve Rasulu ,bir işte hüküm verdiği zaman , artık inanmış bir erkek ve kadına , o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur . Kim Allah’a ve Rasulune karşı gelirse , apaçık bir sapıklığa düşmüş olur .” (Ahzab 36 ) İslam sisteminin temel kurallarından birini, bu sistemin önemli bir ana prensibini açıklamaktadır. Bu ayet insanların hevalarını esas almalarını , Allah ve Rasulunun bir hüküm verdiği konularda, insanların farklı, zıt hüküm koymaya kalkışmalarını temelden yasaklıyor.Laikliği de İslam karşıtı bir cahiliyye olarak dışlıyor.

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا
“ Şunları görmüyor musun? Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi?Tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” ( Nisa 60 )
فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا
''Hayır! Rabbine andolsun ki ,aralarında çıkan anlaşmazlıkta ; seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar.” ( Nisa 65 )

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ

“Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler bozulur giderdi.Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirirler“ (Mu’minun 71)

لَقَدْ أَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ

“And olsun ,size öylebir kitab indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (Enbiya 10)

Allah’a kulluktan kaçınanlar,sınırsız mercilere kullukta bulunma zilletine düşerler . Kendileri gibi insanlara kullukta bulunurlar. Onların önünde eğilerek hayatını onların kanunlarıyla, nizamlarıyla , değerleriyle kendileri gibi beşeri güçlere ibadet etme zilletini yaşarlar. Onlar ve bunlar yani yöneten ve yönetilenler Allah’ın önünde eşit oldukları halde birbirlerini Allah’tan başka rabbler edinirler.

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْاْ إِلَى كَلَمَةٍ سَوَاء بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلاَّ نَعْبُدَ إِلاَّ اللّهَ وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُولُواْ اشْهَدُواْ بِأَنَّا مُسْلِمُونَ

“De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabbler edinmeyelim .." (Al-i İmran 64)

اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَـهًا وَاحِدًا لاَّ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ

''Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.” ( Tevbe 31 )

Bu ayetin tefsirine bakıldığında görülecektir ki Rab edinmenin şeklini açıklayan bi zatihi Rasulullah’ın kendisidir. !

“Tay kabilesi reisi olan Adiyy bin hatem şöyle der.

Mekke fethedildiği gün ben Hırıstiyan olduğum için Mekke’den kaçtım. Bacım ise müslümanlara köle oldu. Zamanla Rasulullah bacımı serbest bırakarak azad etti.Bacımda islamı tanıdığı için müslüman oldu.

Bunun üzerine Mekke dışına çıkarak beni aradı ve akrabalarımın yanında beni buldu ve “ müslüman olduğunu, İslam dininin çok güzel bir din olduğunu, islam’ı bize yanlış anlatmışlar, eğer Hz. Muhammed’den özür dileyip müslüman olursan senin için çok iyi olur. Hem mekke senin yurdun, kabile reisi olman itibariyle bir sürü malında vardır.Tekrar söz sahibi olabilirsin “ diyerek beni ikna etti .

Bende geri geldim .Mescidde Rasulullah’ı etrafında sahabelere:

-“Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler,”Tevbe 31” ayetini okurken gördüm ve boynumda gümüşten bir Haç olduğu halde yanına geldim .

-Ey Allah’ın rasulu ; ben eskiden Hırıstiyandım ve Hırıstiyanlığı iyi bilirim . Biz hiç bir zaman alimleri , rahipleri rab edinmedik , onlara ibadet de etmedik,dedim.

-Bu ayette Allah (c.c.) ne demek istemiş dedim der.

-Bunun üzerine Hz. Muhammed : “Ey Adiyy ! çıkar o boynundaki putu “. Bende çıkardım . “Ettiniz Adiyy , ettiniz “ dedi.

-“O rahipleriniz , alimleriniz size Allah’ın kitabına muhalif olarak helal ve haram koymadılar mı ?”

-Bende evet ya rasulullah ; onlar okumuş kimselerdi, böyle yaparlardı. Bunun üzerine

-“ işte onların bu yaptıkları Rabb’liktir. Sizinde onların dediklerini benimsemeniz , uymanız onlara ibadetinizdir “ dedi. “

Evet kardeşler bu ayeti okuyalım,
tefsirini bir araştıralım ,sonra bunu günümüzde şekillendirelim . İbadet eden kullar aynı fakat rabb’lik yapan o gün alimler ve rahiplerdi . Bugün ise beşeri düzenlerin hepsi. Yani parlemento , meclis , krallık , vs. vs. Hayat nizamını, devlet yönetimini Allah’ın emrettiği kaynaktan almayanlar, şeytanın gönüllerine vesvese vererek nefs ve hevalarını ilahlaştırarak, yaratılmış akıllarını putlaştırarak, kendileri gibi yaratılmış, tuvalete girdiğinde üç büklüm olup defi hacet yapanlardan alırlar. İşte bu Cahiliyye’nin ta kendisidir.
Yüce Rabb’imiz bu meselenin iman ve küfür,
İslam ve cahiliyye, şeriat ve nefs meselesi olduğunu bildiriyor .Orta yol yok, uzlaşma yok. İki tarafın arasında barış yok. Müminler bir harfini gizlemeden ve hiç bir şeyini gizlemeden ve hiç bir şeyini değiştirmeden Allah’ın indirdikleri ile hükmedenlerdir. Kafirler, zalimler ve fasıklar da, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerdir.