بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ
Laiklik Soruşturması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Laiklik Soruşturması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Nisan 2010 Perşembe

Laiklik Soruşturması



Lâiklik

Batı anayasalarında din, vicdan ve fikir hürriyetini, din-devlet ilişkisini düzenleyen maddeler, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin ilgili maddeleri ile paralellik arzetmektedir.Bu beyannamenin

18. maddesinde “Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır, bu hak din ve kanâat değiştirme hürriyetini, dînini veya kanâatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibâdet ve âyinlerle açıklama hürriyetini gerektirir” denilmektedir.

19. madde ise fikir ve ifade hürriyeti ile ilgili olup kişilere, ülke sınırı tanımaksızın bilgi ve fikir alış-verişi yapma, fikrini her vâsıta ile açıklama, fikrinden dolayı rahatsız edilmeme hakkını vermektedir.

Bizde Anayasa’nın 24. maddesi ile bunun bir uzantısı olan 163. maddeye baktığımız zaman gerek fikir hürriyetinin ve gerekse din ve vicdan hürriyetinin -beyanname maddelerine göre- oldukça kısıtlanmış ve sınırlanmış olduğu görülmektedir. “Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır” deniliyor.

Uygulamada ise bu denetim ve gözetim, din eğitim ve öğretimi yapmaya, yalnızca devletin açtığı okullarda izin verilmek sûretiyle gerçekleştiriliyor. Özel veya tüzel şahısların ilk, orta ve yüksek öğrenim seviyesinde din eğitim ve öğretimi veren okullar ve kurslar açmasına izin verilmiyor.

24. maddenin son fıkrasında “Kimse, devletin sosyal, ekonomik ve siyasî veya hukûkî temel düzenini, kısmen de olsa din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyle, her ne sûretle olursa olsun dîni veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” denilmektedir.

Bu maddeye Anayasa’nın başlangıç kısmı ile 14. madde ve toplantı ile ilgili kısıtlamalar eklenince din ve vicdan hürriyeti iyice kısıtlanmış olmaktadır. İslâm’ın iki temel kaynağı Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet’te, devletin sosyal, ekonomik siyâsî ve hukûkî düzeninin dîne dayandırılması gerektiğini ifade eden, hattâ bunu müslümanlara emreden nasslar vardır. Bir müslüman bu nassları ders, makâle, konferans ve kitap konusu edindiği zaman karşısında -yukarıda sıralanan- kısıtlayıcı maddeleri ve Cezâ Kanununun163 vb. maddelerini bulacaktır.19

Müslüman ya bu nassları görmezden gelecek, onlar yokmuş gibi davranacak -ki bir müslüman için bu mümkün değildir- yahut da mahkemede “fiilinin özel amaca yönelik olmadığını” isbata çalışacaktır; hâsılı işi zordur, kımıldayacak tarafı yoktur.

Bunlar bir yana bugün ülkemizde dînî vecibeleri yerine getirme (ibâdet, haram-helâl konusunda dîne uyarak yaşama) hürriyeti bile yoktur. Resmî kuruluşlarda çalışan birçok müslüman oruç tutamaz, namaz veya cuma namazı kılamaz, başını örtemez, herhangi bir konuda inancından kaynaklanan düşüncesini dile getiremez.

Bütün Hıristiyan Batıda, vatandaşlar haftalık ibâdetlerini yapabilsinler diye pazar günleri tatil günü olmuştur; kimse çıkıp da bunun lâikliğe aykırı veya gericilik olduğunu iddiâ etmemiştir.

Müslümanların yaşadığı ülkelerde cuma günleri de aynı mahiyette günlerdir, ama cuma günü dairelerin tatil edildiği, yahut cuma namazı kılınacak resmî imkân sağlandığı yerler (ülkeler) birkaçı geçmez. Nasıl olmalıdır denilecek olursa cevabımız:

“Bu konularda, şiddet eylemi noktasına varmayan ve kişinin inanç ve kanâatinden kaynaklanan hiçbir davranışının suç sayılmaması, kovuşturma konusu yapılmaması gerekir” şeklinde olacaktır.

-19. Bu madde yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte kısıtlayıcı hükümler başka kanun ve maddelerde ibka edilmiştir.

http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/1029.htm