بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ
Demokratik çalışmayı savunanların bazı gerekçeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Demokratik çalışmayı savunanların bazı gerekçeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Nisan 2010 Perşembe

Demokratik çalışmayı savunanların bazı gerekçeleri

DEMOKRATİK ÇALIŞMAYI SAVUNANLARIN BAZI GEREKÇELERİ :

1 -“Evet demokrasi küfürdür. Parlamentoya girip onun çalışmasına katılmak da en azından haramdır. Fakat bizim orada adamlarımız olsa, bu Müslümanların faydasına olmaz mı? Demokratik parti ile İslâm Devleti kurulmaz, fakat o partinin parlamentoda olması hatta hükümet olması, Müslümanların İslâmi faaliyetlerine kolaylık sağlar. Yollarını açar. Onun için Müslümanların bu seçimlere katılıp İslâm’ın gelmesini isteyen şahıs ve partileri desteklemeleri gerekir.Aksi halde Müslümanların menfaatlarına karşı çıkmış, parlamentonun tamamen islam düşmanlarının eline geçmesini sağlamış olurlar“ diyorlar,,,

*****Bu yaklaşım tamamen pragmatik bir yaklaşımdır.Yani ameli neticesinde görülen fayda ve zarara göre değerlendirme yaklaşımı. Amellerde fayda ve zararı temel ölçü kabul etme yaklaşımı. “Faydalı olan şey iyidir, yapılmalı, zararlı olan şey kötüdür, yapılmamalı” anlayışı. Yani aklı iyi-kötü, hayr-şer hususunda hakem kılmaktır.Halbuki Müslüman için asıl olan; Allah katındaki iyi-kötü, hayr-şer’dir. Onu da akılla bilemeyeceğimize göre Allah’ın indirdiğine başvurarak yani şeriatına başvurarak O’nun hayr dediğini yapmak, şer dediğinden kaçınmak esastır. Hayr ve şerri, iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini belirleyen şeriattır, akıl değil!.

İşte bunun böyle olduğunu gösteren bir kaç ayeti kerime “Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin hoşlanmadığınız bir şey hakkınızda hayırlı olabilir. Sevdiğiniz bir şey de hakkınızda şer olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.” (Bakara: 216)

Demek ki, hayr ve şerrin tayini bizim duygu ve aklımızla değil, Allah’ın ilmine bırakılmıştır. Allah’ın ilmini de Resul’ün getirdiğinden alabiliriz. Başka bir yerden değil. Bunu da Allah’u Teâla şöyle emretti:“Resul size ne getirdi ise onu alın ve sizi neden nehyetti ise ondan kaçının.” (Haşr: 7) Resul (s.a.v) de şöyle buyurmaktadır: “Bizim dinimizde olmayan her iş red edilir.” (Buhari, K. Buyu’; Müslim, K. Akdiyye, 3243)

Müslümanlar için menfaatin değil de sevap ve günahın ölçü olduğunu şu ayeti kerime açıkça ortaya koymaktadır: “Sana şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki; Her ikisi de büyük günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır.Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür.”(Bakara: 219)

Görüldüğü gibi Allah’u Teâla bu ayet-i kerimesinde menfaati değil, günahı esas kılmıştır. Demek ki; bir hususta insanlar için bazı menfaatler ve günah çatışabilir. O halde tavır ne olmalı? Elbette ki günah işlemeyip menfaat terk edilmelidir. Zira bir Müslüman için asıl menfaat Ahirette günah ile Rabbinin huzuruna çıkmamasıdır.Şimdi bunu demokratik parlamento seçimlerine indirirsek; demokratik parlamentoya girmekte bazı menfaatler olabilir. En azından öyle zannedilebilir. Fakat orada bulunmakta günah da vardır. Bunu yukarıda izah ettik. Şimdi ne yapılmalı? O günahı işleyerek o menfaatleri elde etmeye mi çalışılmalı? Yoksa günah işlemeyip o menfaatlerden vaz mı geçmeli? İşte bununla imtihan oluyoruz. Elbette ki günah işleyerek o menfaatleri elde etmeye çalışmamalıyız. O menfaatler uğruna kendimizi bile bile ateşe atmamalıyız. Aksi halde hem dünyada hem Ahirette Allah’ın yardımından yoksun kalırız da perişan ve hüsran oluruz. Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi (yardımsız) bırakıverirse, O’ndan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.” (Âl-i imran:160)

2- “Biz hakkı açıkça söylersek batıl ehli, laikler, Kemalistler ve onların güdümündeki subay ve generaller bizi ezerler, hapse atarlar, işlerimizden ederler, hiç bir İslâmi faaliyete izin vermezler.Onun için biz onların şerrinden korunabilmek maksadı ile onların aralarına girmeli ve onlardan görünmeliyiz. Biz de demokratız, laikiz, cumhuriyetçiyiz, milliyetçiyiz demeliyiz. O zaman onlar bize tavır almazlar.Biz de böylece daha rahat çalışarak güçleniriz. Onun için demokratik parti kurmalı ve onu seçimlerde desteklemeliyiz. Yoksa yok oluruz.” diyorlar

***** Onların şerrinden emin olmamız için onlardan görünmeliyiz, diye özetlenebilecek olan bu yaklaşımı Allah, kendisine güvensizlik ve kalpte hastalık olarak vasfetti. Hiç tasvip etmediğini de şöyle bildirdi: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları veli (dost ve yardımcı) edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin velisidirler. İçinizden onları veli edinenler, onlardandır. şüphesiz Allah zalimler topluluğuna yol göstermez.”Kalplerinde hastalık bulunanların ‘Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların arasına koştuklarını görürsün. Dikkat edilsin ki, Allah bir fetih yahut katından bir emir/azap getirecek de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklar. (O zaman) iman edenler; ‘Bunlar mı bütün güçleriyle sizinle beraber olduklarına yemin edenler?’ diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de hüsrana uğramışlardır.” (Maide: 51-53)

Görüldüğü gibi Rabb’ımız Allah’u Teâla, iman edenlerin dikkatini çekerek kafirleri dost ve yardımcı edinmemeye davet ediyor. Yahudi ve Hıristiyanları zikretmesi cüzü zikredip, küllü kastetmesidir. Yani bu konu bütün kafirleri kapsar. Onları veli (dost ve yardımcı) edinmek onların istediği çizgide olmak demektir, onlara tabi olmak demektir. Çünkü Allah, onları veli edinenleri onlardan saydı. Yani onlar gibi oldu, onlar gibi davranıyor, onların çizgisinde bulunuyor saydı. Ki bu, elbette zulümdür. Bu zulüm üzerinde inatla ısrar edenleri de kendi hallerine terk etmekle tehdit etti.Bu ayetin mefhumunu günümüze indirirsek; iman ettiğini söyleyen bir kimse, ben demokratım, milliyetçiyim, laikim, cumhuriyetçiyim, Atatürk de bizden olurdu gibi laflar ve yaklaşımlarla demokrat, laik, cumhuriyetçi, milliyetçi, Kemalist çizgisinde olduğu görüntüsü vermeye çalışmamalıdır. Aksi halde Allah onu da onlardan sayar da o kişi zalimlerden olur. Bir Müslüman onların çizgisinde olamaz. Onların çizgisinde olmadıkça onları razı edemez. Onları razı edecek olursa Allah’ı razı edemez. Bunun böyle olduğunu bir başka bir ayette şöyle bildirilmiştir:“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara-120)

Maide suresinin 52. ayetinde Allah onlardan görünme gayreti ile onların arasına koşuşmayı “hastalıklı kalp” olarak vasfedip, kesin ve de çok sert bir şekilde zemmetti. “Demokrasi, laiklik, vatancılık, milliyetçilik, cumhuriyetçilik, Kemalizm” gibi çağdaş putlara yapılan övgülere katılmak, onların korosu içerisine girmek ve o koroya katılmaya koşuşturmak, çağdaş puthaneye ve parlamentoya koşuşturmak, işte bu zemmin kapsamındadır. Allah’u Teâla onların bu işi yaparken gösterdikleri mazereti de yani “başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz” bahanesini de kesinlikle reddediyor. “Bizi hapse atarlar, işimizden ederler, asarlar, keserler, onun için onlardan görünüyoruz. Onun için demokrat, laik, milliyetçi, vatancı, cumhuriyetçi, Kemalist gözüküyoruz” bahanesini de reddediyor. Ve bu tutum içinde olanları tehdit ediyor. Allah’ın fethi ya da azabı ile tehdit ediyor. Allah’ın fethi geldiğinde müminler onları bu tutumlarından dolayı cezalandırırlar. Onun için pişman olurlar, ya da Allah’ın azabı gelir onun için de pişman olurlar. Böylesi batıl, geçersiz mazeretler ile çağdaş demokratik sistemin yasama organına koşuşturmakla bu uğurda mallarını, vakitlerini harcayan kimseler sevap ummalarına rağmen şer'î hükme bağlanmamaktan dolayı amellerinin boşa çıkmasından ve böylelikle hüsrana uğramaktan korksunlar. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Size öyle şeyler bıraktım ki onlara bağlandığınız müddetçe ebediyyen şaşmazsınız. Bunlar Allah'ın Kitabı ve peygamberinin Sünneti'dir. Bunlar apaçıktır." Buradaki "ebediyyen" kelimesi, bizi kapsar. Yani bu devirde böyle olmalı , önceki olaylar , eski zamanlara aitti, eskiden teknoloji bu seviyede değildi vs . vs bahaneleri men ediyor. Yine (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bir tanesi dışında hepsi cehennemliktir. Dediler ki; Ey Rasulullah, bu fırka kimdir? Rasulullah (s.a.v.) dedi ki:

Benim ve bugün ashabımın üzerinde bulundukları hal üzerinde bulunan fırkadır.”

3 -“ Taif dönüşü Hz. Peygamber Mekke ‘ye girebilmek için kafir bir kimsenin himayesini kabul etmiştir.

“ *****Evvela bu rivayetin ne derece sıhhatli olduğu tesbit edilmelidir. Bildiğimiz kadarıyla bu zayıf bir rivayettir. Sahih olduğunu farz etsek bile Hz.Peygamber bu himayeyi kabul ederken , tebliğinden, şeriatinden , dininden herhangi bir hükmü uygulamaya koymamayı, ya da küfre karşı daha toleranslı bir mücadele sergilemeyi mi kabul etti ? Hayır. Bu söylenemeyeceğine göre , böyle bir olayın partici ve demokratik sistem içerisindeki faaliyetlere bir delil teşkil edebilme özelliği de kalamaz.

4—“ Peygamber efendimiz putlarla dolup taştığı halde , kaza umresinde Kabe ‘yi tavaf etmiştir. Dolayısıyle bizler de duvarlarında “ hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir “ yazan bir meclise girebilir ve orada faaliyetlerimizi icra edebiliriz “.

*****Bu çok yanlış ve tersinden bir delillendirmedir. Çünkü Kabe ta ilk günden beri ne kadar tevhid için ve Allah’a ibadet adına kurulmuşsa , allah’ın emir ve hükümlerine aykırı şeriatler ve kanunlar üretmek gayesiyle kurulan bütün Dar’un – nedve’ler (günümüzde parlementolar) aynı şekilde ilk günlerden beri Allah’ın hakimiyetine meydan okumak ve Allah’a şirk koşmak üzere kurulmuşlardır.

Diğer taraftan ; Kabe çevresindeki putların varlığı tevhidi esaslara uygun tavafı engellemiyordu .Yani “hakimiyetin kayıtsız, şartsız milletin“ olduğunu belirten yazı , parlementoda fiilen asılı bulunsun, bulunmasın fark etmez . Önemli olan yasamaların (kanun koymaların) hangi esaslara göre ve kimin adına yapıldığıdır. Çünkü İslam’ın asıl itirazı duvardaki yazıya değil , fiili uygulamayadır.

Bununla birlkikte islami ahkam ile bağdaşmayan hiç bir görüntü ve fiilin de müsamaha ile karşılanmayacağı bilinmelidir . Böyle bir faaliyet lehine ileri sürülen bütün delillerin, bu şekilde hatalı ve yanlış delillendirmeler olduğunu bildirelim. Zaten bu delillendirmelerin ilmi bir şekilde ele alındıkları takdirde , herhangi bir ciddilik taşımadıkları görülecektir . Samimi kimselerin bu cevapları işittikten sonra haklı bir itirazları olacaktır ve yerindedir. O da “Peki ne yapalım ?“

Fakat ortada sıhhatli bir çalışma yapan bir topluluk yoksa veya bu topluluk olmakla birlikte , şu ya da bu sebeble gözlerini doldurmuyorsa, onların hak olmayan bir işi yapmaları, yada sıhhat şartlarını taşımayan bir amelde bulunmaları için yeterli bir sebeb olamaz ve haklı bir mazeret teşkil etmez .

Çünkü hakkın dimdik ayakta görünmeyişi, buna mukabil hak olmayan bir takım bir takım yol izleyicilerinin belli ve gözalıcı bir seviyeye ulaşmış olmaları, bizim yapmamız gereken müsbet işleri terkedip , aykırı yollara gitmemiz için mazeret teşkil etmez. O halde bu şartlar altında dahi olsa yapılacak olan , sağlıklı olduğuna “Kitap ve Sünnet “ ışığında kanaat getirilen bir harekete varsa katılmaktır. Yoksa böyle bir hareketin ortaya çıkması için gereken şekilde ve usulunde çalışmaktır .

İslam Dininin Kendine Has Özelliklerinden Birisi ;

İslam dini, peygamber efendimiz tarafından ilk tebliğ edildiği günlerden itibaren en az günümüzdeki kadar cahiliyye tarfından kuşatılmıştı.Günümüz cahiliyyesi de en az o günkü cahiliyye kadar İslam’a aykırıdır.

Hz. Peygamber o günün cahiliyesinin yetkili ağızlarının teklif ettiği her türlü uzlaşma teklifini red ettiği gibi , beşer olarak davasına zarar getireceğini zan ettiği bir takım tekliflerine olumlu cevap vermek ister gibi olduğu hallerde ise , ilahi vahiy ile kesinlikle uyarılmış ve böylelikle peygamber olarak tebliğ ve örnek olmak ile ilgili alanlarda masum olmasının , hatadan, günahtan korunmasının bir tecellisi olarak böyle bir hata işlemesi önlenmiştir.

“Neredeyse seni bile sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi. O taktirde seni dost edineceklerdi. Ve eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık , onlara belki biraz meyledecek gibi olacaktın .O taktirde biz sana hayatın da katmerli, ölümünde de katmerli ( azabını) - tattıracaktık ; sonra bize karşı hiçbir yardımcı da bulamayacaktın.” (İsra 73-75)

demokratik bir sistem içerisinde yapılacak herhangi bir faaliyetin , İslam’ın onayladığı bir faaliyet olarak görülmesine ve öyle sunulmasına imkan yoktur. Bu konuda şöyle iddia edebilirler :

“Biz bu demokratik sistemin tabiatına ve belirlediği kural ve hükümlerine uygun olarak yaptığımız bu faaliyele , islam’ın yöntem olarak benimsediği bir faaliyet olduğunu kabul etmemekle beraber İslam’a gelebilecek zararları , müslümanlara yönelik bir takım zararlı faaliyetleri önlemek istiyoruz , vs . “ Ancak mevcut sistemin egemen ve koruyucu güçlerinin RP-DYP hükümetine karşı tutumları, bu gerekçelerin hiç bir işlerliği olmayan iddialar olduğunu açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. Hatta tam aksine fayda umulurken; müslümanların şimdiye kadar zorla elde ettikleri tabii haklarının dahi ellerinden alınması noktasına gelinmiştir .

Ancak böyle bir iddianın bünyesinde taşıdığı ve cevap bekleyen başka bir takım sorular vardır ki, bunların önemli olanlarından birisi şudur:İslama geleceği kötü birtakım zararları Allah ‘ın izin vermediği ve meşru görülmeyen yollarla bertaraf etmeye kalkışmanın şer’i gerekçesi nedir? O halde İslam adına yapıldığı söylenen bu işin , islam’a uygunluğu iddiasından vazgeçilmelidir .

(Bu arada şunuda belirtmekte fayda görüyorum : Yöntemin müfrit bir takım yanlıları bu gibi faaliyetleri meşru görmediği için kendilerine katılmayan müminleri, israil askeri ya da patates çuvalı dininden diye nitelendirmelerini ciddiye almıyoruz .)

5-“Bizim öyle sert,katı,uzlaşmaz bir görünüm ortaya koymamıza gerek yok.Çünkü hoşgörülü, yumuşak, sevgi ile muamele her kapıyı açar. Hem biz herkesi sevmeliyiz. Tüm insanlarla ya dinde kardeşiz ya da hilkatte kardeşiz. Müslüman olsun olmasın her insana sevgi ile muamele etmeli, hoşgörülü, uzlaşmacı olmalıyız.O zaman onları da karşımıza almış olmayız.Onların bize düşmanlık yapmalarından, zararlarından korunmuş oluruz. İslâm’a hizmet faaliyetlerimizi de bir yandan-sürdürürüz.” diyorlar

** ***Kafirlere, zalimlere hümanist duygularla yumuşak, hoşgörülü, uzlaşmacı ve sevgiyle muamele yaklaşımına gelince bunu da Allah’u Teâla kesinlikle reddediyor:“O halde (hakikati) yalanlayanlara tabi olma. Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.” (Kalem: 8-9)

Görüldüğü gibi ayeti kerimede Allah’u Teâla Resulü’nün şahsında onun ümmetine kafirlere karşı tavizkâr tavır almayı yasaklıyor.Allah’u Teâla kafirlerin içyüzünü bize apaçık bildirerek onlara karşı takınmamız gereken tavrı şöyle açıklıyor:“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri (kafirleri) sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar.Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerden) belli olmuştur. içlerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.Eğer düşünüp anlıyorsanız, herhalde ayetlerimizi size açıklamış oluruz.işte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz.Siz bütünüyle Kitaba inanırsınız.Onlar ise, sizinle karşılaştıklarında inandık derler.Kendi başlarına kaldıklarında da size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. Kininizle geberin! deyiver.Size bir iyilik hafifçe dokunursa, bu onları tasalandırır. Başınıza bir musibet gelirse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.”(Al-i İmran:118-120)

İşte bu ayet-i kerimelerle Allah’u Teâla kafirlerin içyüzünü bize böylece apaçık bir şekilde beyan ediyor. Bu hakikatleri bildikten sonra biz Müslümanların onlara karşı tavrı elbette hoşgörü sevgi değil de nefret ve düşman tavrı olmalıdır. Onlara sevgi gösterileri hem boşunadır hem de Allah’u Teâla’nın tasvip etmediği bir tavır olur.Onlar bizim hakkımızda hiç hayır ve iyilik istemediklerine göre “gelin demokratik arenaya girin, demokratik mücadele ile istediklerinizi elde edin” diyorlarsa bilelim ki bu bizim hayrımıza değildir. Eğer aklediyorsak onların bu davetlerine icabet etmeyiz. Eğer icabet ediyorsak çok aptalca, akılsızca bir iş yapıyoruz. Allah’ın sözüne kulak asmıyoruz demektir.Onların bize karşı kurdukları hile, tuzak ve düşmanlıklarından kurtulmanın yolu, onlara sevgi gösterilerinde bulunmak ve onlardan görünme gayreti içine düşmek onların arasında koşuşturmak değil sadece ve sadece Allah’ın şeriatına bağlanmaktır.